İşsizlik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İşsizlik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Aralık 2010 Pazartesi

2011 Yılı Beklentilerim..

Türkiye’nin, kriz sürecinde ekonomisi diğer ülkelere göre daha yüksek boyutlu daraldığı için, toparlanma hızının da yüksek gerçekleştiğini, ancak kriz öncesi üretim seviyelerinin ikinci çeyrek GSYH verilerinde yakalanmasının ardından, toparlanma hızının 2011 yılında yavaşlamasını beklemekteyim. Bu genel görünüm altında;

1) Büyüme: Bu senenin % 8.0 olmasını beklediğim büyümesinin ardından, önümüzdeki sene % 5.0 büyüme öngörüyorum.
2) İstihdam ve İşsizlik Oranı: 2009 yılında % 14.0’e yükselen işsizlik oranının, bu senenin ortalamasında % 11.9’a düşmesini bekliyorum. Buna karşılık, önümüzdeki sene büyüme hızındaki yavaşlama ile birlikte, istihdam piyasasındaki iyileşmenin de yavaşlayacağını tahmin ediyorum. Nüfus artış hızının % 1.5 gibi yüksek bir seviyede olması ve tarımdan diğer sektörlere istihdam kayması yaşanması sebebiyle, önümüzdeki sene işsizlik oranının ancak 0.5 puan gerileyerek % 11.4’e düşebileceğini tahmin ediyorum.
3) Cari Denge ve Finansmanı: Bu sene sonunda 44.9 mlr dolar olarak (GSYH’ya oranla % 5.9) tahmin ettiğim açık, önümüzdeki sene 50.5 mlr dolar seviyesine (GSYH’ya oranla % 5.8) yükselecektir. Cari açık ilk kez bu seviyelere çıkmamaktadır, ancak geçmişte finansmanında ağırlık uzun vadeli sermaye hareketlerindeyken bu kez portföy yatırımlarının payı fazladır. Bence, Türkiye’nin büyümesini sekteye uğratacak gelişmeler olmaz ve ekonomi yönetimi de Orta Vadeli Program’da çizdiği mali çerçeveye sadık kalırsa, Türkiye’nin kredi notu bir kademe daha yükselerek, yatırım yapılabilir ülkeler kategorisine, önümüzdeki sene içerisinde geçecektir. Bunun da Türkiye’nin risk profilini güçlendirerek, uzun vadeli kredi ve doğrudan yatırım girişlerinin güçlenmesini destekleyeceğini düşünüyorum. Bu doğrultuda, cari açığın finansmanı konusunda daha az endişeli olduğumu söyleyebilirim.
4) Enflasyon: Büyümedeki yavaşlama öngörümüz doğrultusunda, enflasyona yönelik görünümün de olumlu tarafta kalmaya devam etmesini bekliyorum. Çekirdek enflasyonun tarihi düşük seviyelerinde olmasının yanı sıra, sene başındaki vergi artışlarının endeksten çıkacak olması ve son dönemde gıda fiyatlarında kısmi bir düzeltmenin başlaması nedeniyle, Kasım’da başlayan düşüşün devam etmesini beklerken, Şubat sonunda yıllık TÜFE’nin % 5 seviyesinin bile altına gerilemesinin mümkün olduğunu düşünüyorum. Ancak bu düşüşün ardından bir miktar yükseliş yaşanmasını ve 2011 sonunda TÜFE’nin % 6.0 seviyesinde yılı tamamlamasını öngörüyorum.

Yukarıda çizdiğim görünüm açısından kritik varsayım, küresel ekonomide toparlanmanın sürmesi ve fon akımları açısından önemli olan risk iştahını olumsuz etkileyecek yeni bir belirsizliğin ortaya çıkmamasıdır. Avrupa’da borç krizi endişeleri ve bölgenin daha büyük ülkelerine yayılma tehlikesi sürerken, ABD’nin de mali sıkılaşmayı ertelemesi, dünya ekonomisinde güçlü, dengeli ve sürdürülebilir bir büyümeyi sağlamak için gerekli olan içsel ve dışsal yeniden dengelenme hareketinin çok yavaş gerçekleşmeye devam etmesini getirebilir. Bu yavaşlık, şu ana kadar kriz sonrası başlayan toparlanmanın güçlü ve dengeli olmasını engellemiş, sürdürülebilirliği konusunda ise hep soru işareti yaratmıştı.


18 Haziran 2010 Cuma

Yeni teğet işsizlik mi olacak?...

Küresel krizin en fazla tahribata yol açtığı alanların başında istihdam piyasasının geldiği bilinmektedir. Krizin merkezindeki ABD’de Ocak 2008’de başlayan tarım dışı istihdam azalışı yaklaşık iki yıl kesintisiz sürerken, 300 mn nüfusa sahip olan ülkede toplam 8.3 mn kişinin işini kaybetmesine neden olmuş ve işsizlik oranını % 5’den % 10’lara fırlatmıştır. ABD ekonomisinin 2009 yılı ilk çeyrek sonunda resesyondan çıkmış olmasına rağmen istihdam kaybının yıl sonuna kadar devam etmesi, istihdama ilişkin göstergelerin ekonomik aktiviteden gecikmeli etkilendiğini bir kez daha göstermiştir. Ekonomik aktivitede düşüş sırasında ilk tepkileri üretimi kısmak olan şirketler genellikle son çare olarak istihdamı azaltma yoluna giderler. Tam tersine, ekonomik aktivitenin güçlenme döneminde ise, şirketler üretim artışını önce mevcut kadrolarını daha uzun süre çalıştırarak ve geçici istihdama giderek karşılamaya çalışırlar, işlerdeki açılmayı kalıcı gördüklerinde ise istihdam artışına giderler. Bu nedenle, işsizlik oranı gibi istihdama ilişkin göstergeler konjonktürü takip etmeye çalışan bizler için birer öncü gösterge niteliği taşımaz, ama üretim kapasitesinin kullanımı ile birlikte değerlendirildiğinde ekonomide kaynak kullanımının nasıl seyrettiği konusunda önemli bilgi verir.

Bu bağlamda, özellikle gelişmiş ülkelerde bu kadar büyük bir işgücü kaybının yerine konması ve mevcut kapasitenin daha yüksek bir oranda kullanımı vakit alacağından bu ülkelerin merkez bankalarının hiç aceleleri olmadığı gibi bir görüntü vermesi normaldir. Örneğin; ABD’de son beş ayda sağlanan tarım dışı istihdam artışı daha 1 mn kişiye bile ulaşmamış, işsizlik oranı ise ancak % 9.7’ye kadar gerileyebilmiştir. Bu konudaki genel algılama ve geçmiş yıllar deneyimleri, merkez bankalarının işsizlik oranlarında ancak belirgin düşüşler görüldükten ve bunun kalıcı olduğuna emin olmak için yeterince beklendikten sonra para politikalarını normalleştirme yoluna gidecekleri şeklindedir. Peki bizde durum nasıldır? İşsizlik oranı krizde ikiye katlanmış mıdır? Tarım dışı istihdam kaybı hala yerine konmamış mıdır? İşsizlik oranının mevsimsel hareketi Merkez Bankası’nı döngü karşıtı para politikası sonlandırmaya zorlayacak güçte midir? Hepsine cevap vermeye çalışalım...

Analize geçmeden önce şunu da vurgulamak isterim. İstihdam verilerinin sağlıklı analizi ve yorumlanması, diğer bir çok veride olduğu gibi, mevsim etkilerinden arındırılmış sonuçların öne çıkarılmasını gerektirmektedir. Aksi takdirde, işsizlik oranının güçlü mevsimsel hareketleri (Şubat ayından Mayıs ayına kadar ortalama 3 puana varan sert düşüşler gözlenir) gereksiz yere heyecanlandırabilir. Örneğin; geçen yıl bile işsizlik oranı Temmuz’a kadar olan dönemde 3.3 puan gerilemiştir. Bu yıl böylesi bir durumun tekrarı işsizlik oranının % 11’e doğru yaklaşması anlamına gelecektir. Böyle bir gelişme elbette moral açısından iyidir, ancak esas bakmamız gereken değer artık TÜİK tarafından düzenli olarak açıklanmaya da başlanan mevsim etkilerinden arındırılmış işsizlik oranının varacağı nokta olmalıdır. Aslına bakarsanız sonuçların yorumlanmasını karmaşıklaştıran etkenler bununla da sınırlı değildir. Özellikle, nasıl seyredeceği belli olmayan “işgücüne katılma oranı” ve tarım sektörü ile tarım dışı sektörler arasında gözlenen işgücü kaymalarıdır. Bu konuya devam edeceğim...