29 Aralık 2009 Salı

Ekonomide yılın iz bırakanları...

Her yılın sonuna doğru köklü dergi ve gazetelerin yılın adamını seçme dönemi başlar. Bu yıl da takip edebildiğim kadarı ile, ABD kaynaklı Time dergisi FED Başkanı Bernanke’yi yılın adamı seçerken, Fransızların Le Monde gazetesi de Brezilya Devlet Başkanı Lula’yı yılın adamı seçti. Çok fazla geriye gitmeye gerek yok yılın ilk çeyreğinde krizin en şiddetli hissedildiği günlerde Bernanke ağır eleştiriler altındaydı. Özellikle diğer ekonomistler gibi niye krizin bu denli derinleşeceğini öngöremediği sorgulanıyordu. Ayrıca, bankacılık sistemine verilen sınırsız destekler, işsizliğin hızla artmakta olduğu ABD’de halkın tepkisini çekiyordu, aslında bugün de durum farklı değil. Ancak gerek ABD’nin gerekse küresel ekonominin depresyon tehlikesini atlattığı ve resesyondan çıkışa geçtiği çok net olarak görüldüğünden rüzgarlar tersine döndü. Bernanke’nin kolay sıyırmasının bir diğer nedeni de halefi olduğu “maestro” lakaplı Greenspan’in krize doğru gidişi hızlandıran ekonomi ve piyasa ortamından daha fazla sorumlu tutulması oldu. Lula’nın yılın adamı seçimi ise bambaşka değerleri temsil ediyor. Brezilya ekonomisinin bir zamanların hiperenflasyon ve zayıf büyüme dönemlerinden bugün geldiği nokta göz kamaştırıyor. Brezilya bu derin krizi bile resesyona girmeyip sadece büyümenin yavaşlaması ile atlatırken, toparlanma sürecinde de önde giden ülkeler arasında yer alıyor. Daha da önemlisi, bütün bunları bütçede çok önemli tahribata neden olmadan sağlamış durumda.

Merak etmeyin, bu girişi yapmamın nedeni bu yazıda Türkiye’de yılın adamı için adayımı açıklamak falan değil. Bu hem subjektif bir değerlendirme hem de haddimizi aşmak gibi olur. Zaten bizde böyle bir gelenek de yok. Bu nedenle, ekonomide yılın iz bırakan bir kaç gelişmesini aşağıda vermekle yetindik. Yeni yılda da görüşmek üzere...

Ekonomide yılın sözü: Bu kriz bizi teğet geçer.
Ekonomide yılın beklentisi: IMF anlaşması
Ekonomide yılın olayı: Faizlerin tarihi düşük seviyelere inmesi.
Ekonomide yılın sürprizi: İki kademe rating artışı.
Ekonomide yılın cankurtaranı: Net hata ve noksan
Ekonomide yılın günah keçisi: Bankalar ve ekonomistler
Ekonomide yılın geri dönüş kralı: IMKB
Ekonomide yılın yeni keşfi: Stokların döngüdeki önemi.

25 Aralık 2009 Cuma

Yeni yılda faiz-kur-borsa ne olacak?...

Yeni yılda ekonomi ve piyasalara ilişkin beklentilerim dizisinde sıra yurtiçi piyasalara geldi. Bilindiği gibi, bu yılın “kötü ekonomi - iyi piyasa” ikilisini terse çevirme ihtimalini 2010 yılının getirdiği en önemli risk olarak görüyorum. Gelecek yıl, önceki yılın tek doğrultudaki güçlü hareketinden farklı olarak daha dalgalı bir piyasa beklesem de, bunun yükseliş trendi içinde olduğumuz gerçeğini değiştirmeyeceğini, ancak başta Fed olmak üzere çıkış stratejilerinin faizlerde ani ve hızlı yükselişe yol açmadan uygulama becerilerinin dalga boyları açısından kritik önemde olacağını düşünüyorum. Yurtiçinde ise, faizlerde yönü yukarı, kurları yatay ve borsayı dalgalı ama yükseliş eğilimi içinde görüyorum. Bu tezlerimi açmaya çalışayım...

Faizlerde yön yukarı: 2010 yılı, muhtemelen de yılın son çeyreği, gecelik faizlerin tekrar yükselerek daha normal seviyelere doğru hareket edeceği dönemin başlangıcı olacaktır. Türkiye’de faiz artırımlarının 2010 yılı içinde 150 baz puan olmasını bekliyorum. Başladıktan sonra artırımların 2011 yılında da 200 baz puan civarında devam etmesini ve gecelik faizin % 10 civarında sabitlenmesini öngörüyorum. Ancak, gecelik faizlerin artışı son çeyreğe kalsa bile, uzun vadeli faizlerdeki yükselişin çok daha erken başlayacağını düşünüyorum. Gösterge tahvil faizinin 2010 yılının ilk çeyreğinde % 9.5-10 aralığında seyretmesini ve sonrasında ise kademeli bir yükselişle yılı % 11.0 seviyesinde tamamlamasını bekliyorum.

Kurlar yatay: Kurlar tarafında ise faiz farklarının önemini daha da artıracağını düşünüyorum. Krizden erken çıkan ülkelerde faizlerin daha erken artırılıyor ve artırılacak olması sebebiyle, bu ülkelerin kurlarının daha üstün performans göstermesi beklenmelidir. Diğer taraftan da, krizden çıkış ve finansal piyasalarda işlerin normalleşmesine bağlı olarak risk iştahının kademeli olarak canlanması beklenebilir. Bu da, özellikle gelişmekte olan ülkelerin paralarında genel olarak değerlenme eğiliminin ağır basmasını getirebilir. Türkiye’nin ise ekonomik olarak biraz daha zayıf performans göstermesini beklemem sebebiyle, faizlerdeki artışın gecikmesini ve bu doğrultuda da kurların diğer ülkelere göre olumsuz performans göstermeye devam etmesini bekliyorum. Ancak bu durum, 2009 yılında da olduğu gibi, belirgin bir değer kaybından çok, yataya yakın bir eğilimle sonuçlanabilir. 2010 yıl sonunda dolar kurunu 1.5600 bekliyorum. Doların euro karşısındaki toparlanması beklediğim bir gelişmeyken, hareketin 1.37’ye kadar devam etmesi için 1.43 seviyesinin kalıcı olarak aşağı yönde geçilmesi gerekecektir.

Borsa dalgalı ama yukarı: Borsalar tarafında ise ekonomik toparlanmanın hızı izlenecektir. 2009’un ilk yarısında krizde en kötünün geride kaldığı yönündeki işaretlerle birlikte, ekonominin sonraki dönemde normalleşeceği hisse senetleri piyasasında satın alınmıştı. Ne var ki, bundan sonraki dönemde yükselişin devam etmesi için ekonomilerde üretim ve tüketim seviyelerinin de kriz öncesi değerlere doğru toparlanacağı yönünde kuvvetli sinyaller gerekecektir. Henüz imalat sanayine ve istihdam piyasasına yönelik veriler, zayıf görünümün devam ettiğine işaret etmektedir. Bu durum, sene başından beri baz senaryom olarak belirttiğim, dibi geniş bir U şeklinde toparlanma ile uyumlu seyretmektedir. Yine bu senaryo ile uyumlu olarak 2010 yılının ilk yarısında bu toparlanma işaretlerinin daha belirgin hale gelmesi beklenmelidir. Bu doğrultuda, kısa vadede borsa açısından görünümün çok parlak olduğunu söyleyemesek de, orta-uzun vadede yükselişin devam edebileceğini düşünüyorum.

22 Aralık 2009 Salı

Doların sürpriz atağı tüm piyasa stratejilerini altüst edebilir...

Yeni yılda ekonomi ve piyasalara ilişkin beklentilerimi aktarmaya devam ediyorum. 2010 yılının, toparlanmanın devam ettiği, ekonomilerde çift dip korkusunun azaldığı, ülkelerin ekonomik performanstaki ayrışmasının güçlendiği, bu doğrultuda da küresel koordinasyonun zayıfladığı bir yıl olmasını beklerken, önceki yılın “kötü ekonomi - iyi piyasa” ikilisini terse çevirme ihtimali getirdiği en önemli risk olarak görüyorum. Gelecek yıl, önceki yılın tek doğrultudaki güçlü hareketinden farklı olarak daha dalgalı bir piyasa beklesem de, bunun yükseliş trendi içinde olduğumuz gerçeğini değiştirmeyeceğini, ancak başta Fed olmak üzere çıkış stratejilerinin faizlerde ani ve hızlı yükselişe yol açmadan uygulama becerilerinin dalga boyları açısından kritik önemde olacağını düşünüyorum. Yurtiçinde ise, faizlerde yönü yukarı, kurları yatay ve borsayı dalgalı ama yükseliş eğilimi içinde görüyorum. Bu tezlerimi açmaya çalışayım...

Toparlanmanın gelişimine bakıldığında, 2009 yılında, küresel krizin patlak verdiği ABD ekonomisinin buradan çıkışının geç olacağı ve bu doğrultuda sıfır faiz politikasını uzun süre koruyacağı beklentisi ile, risk iştahının toparlanmasından en fazla zarar gören para birimlerinin başında ABD dolarının gelmesine yol açtığı, bu durumun başta altın olmak üzere tüm emtia fiyatlarını yukarı çektiği, hem tahvillerin hem de borsaların beraberce yükselebildiği gibi ana temaların piyasalara hakim olduğu bir yıl geçirdik. Oysa, yakın dönem verilerine ve öncü göstergelerine baktığımda, Euro Bölgesi ve Japonya’da toparlanmanın duraksadığı ve güç kaybettiğini izlemekte, buna karşılık ABD ve gelişmekte olan ülkelerde büyüme tahminlerinin yükseltildiğini görmekteyim. Bu görünümün kalıcı olup olmayacağını henüz bilmiyorum ama yavaş yavaş fiyatlanmaya başlandığını euro/dolar paritesindeki gelişimden izliyorum. Daha kısa bir süre önce yılı 1.60 civarında kapatma olasılığından bahsedilirken, yılı bitirmeye sayılı günler kala 1.43 seviyesinin zorlanmaya başlanması bu yöndeki piyasa stratejilerine önemli bir darbe gibi durmaktadır. Dünya üzerinde işlem hacmi en yüksek piyasa olan euro/dolar işlemlerinin ekonomiye yönelik algılamalar açısından öncü bir nitelik taşıdığı unutulmamalıdır. Hareketin başladığı Aralık ayının ilk günlerinden beri, altın ve petrol gibi emtialar olumsuz etkilenmiş, ABD tahvil getirilerinde ise yükseliş gözlenmiştir. Buna karşılık gelişmiş ve gelişmekte olan ülke borsalarında yükseliş eğilimi devam etmiş ve kriz sonrası dönemin en yüksek seviyelerine ulaşılmıştır.

Bu durum, bir yandan 2009 yılı piyasa temalarının tam tersi yöndeki temaların henüz hakim olmadığını gösterirken, bir yandan da ayı ve boğa piyasalarının arasındaki bariz süre farkının (ortalamada düşüş trendi 2 yıl, çıkış trendleri ise 5 yıl) piyasa oyuncuları algılamasını etkilediğini düşündürmektedir. Bu bağlamda, 2010 yılında yükseliş trendi korunsa bile daha dalgalı bir piyasa beklemekte ve Merkez Bankalarının çıkış stratejilerini faizlerde ani ve hızlı yükselişe yol açmadan uygulama becerilerinin dalga boyları açısından kritik önemde olacağını düşünmekteyim.

18 Aralık 2009 Cuma

2010 ekonomi için iyi, piyasalar için kötü mü olacak?...

Türkiye ekonomisi ve piyasaları açısından geçmiş yılın muhasebesini yapmanın ve girmekte olduğumuz yeni yılın neler getirebileceğine değinmenin faydalı olacağını düşündüm. Öncelikle, büyük ölçüde makro verilerin geriden gelmesine bağlı olarak, beklediğim gibi, 2009 yılının ekonomi açısından kötü, piyasalar açısından ise çok iyi bir yıl olduğunu söylemeliyim. Bu nedenle, 2010 yılında olası bir yer değiştirme en büyük risk olarak karşımıza çıkmaktadır. Baz etkisi nedeniyle ekonominin 2010 yılında daha parlak görünmesi kesinken, her zaman geleceği satın alan piyasaların yine çok iyi bir yıl geçirmesi, 2011 ve sonrasına yönelik endişeleri giderecek ve beklentileri iyileştirecek gelişmelere bağlı olacaktır. AB çıpasının zayıfladığı, IMF destekli programın baz senaryo olmaktan çıktığı ve siyasi riskler ile belirsizliklerin arttığı bir dönemde, 2011 yılı da normal koşullarda genel seçimlerin gerçekleşeceği bir yıl olarak planlanmışken, beklentilerin olumlu yönde korunabilmesi daha zor olacak gibi durmaktadır.

Küresel ekonomi açısından da, 2009 yılı depresyon ve deflasyon gibi uç senaryoların ortadan kalktığı, resesyondan çıkışın başladığı bir yıl olarak hatırlanacak iken, 2010 yılı, toparlanmanın devam ettiği, ekonomilerde çift dip (W) korkusunun azaldığı, ülkelerin ekonomik performanstaki ayrışmasının güçlendiği, bu doğrultuda da küresel koordinasyonun zayıfladığı bir yıl olmaya aday durmaktadır. Zaten, küresel krizden çıkış sürecinde yeni bir aşamaya geçildiği, Dubai, Yunanistan ve Avusturya gibi ülkelerin kamu borcuna yönelik endişelerin ön plana çıkmasından da anlaşılmakta, aşırı mali ve parasal genişlemenin sınırına gelindiği algılamasını yaratarak, bu politikalardan çıkış stratejisinin uygulanmaya başlanması yönündeki baskıları artırmaktadır. Burada da ayrışma ihtimali yüksek durmakta, borç sürdürülebilirliğine yönelik endişeleri kontrol altında tutabilen ülkeler, mali destekleri kalıcı toparlanmadan emin olana kadar koruyabilme, hatta yenilerini ekleme imkanına sahip olurken, bunu yapamayanlar ise, toparlanmayı zayıflatma riskini almak durumunda kalacaklardır.

Toparlanmanın gelişimine bakıldığında, 2009 yılında, küresel krizin patlak verdiği ABD ekonomisinin buradan çıkışının geç olacağı ve bu doğrultuda sıfır faiz politikasını uzun süre koruyacağı beklentisi ile, risk iştahının toparlanmasından en fazla zarar gören para birimlerinin başında ABD dolarının gelmesine yol açtığı, bu durumun başta altın olmak üzere tüm emtia fiyatlarını yukarı çektiği, hem tahvillerin hem de borsaların beraberce yükselebildiği gibi ana temaların piyasalara hakim olduğu bir yıl geçirdik. Oysa, yakın dönem verilerine ve öncü göstergelerine baktığımızda, Euro Bölgesi ve Japonya’da toparlanmanın duraksadığı ve güç kaybettiğini izlemekte, buna karşılık ABD ve gelişmekte olan ülkelerde büyüme tahminlerinin yükseltildiğini görmekteyim. Bu konuya devam edeceğim...

15 Aralık 2009 Salı

2010 yılı beklentilerim...

Geçen haftanın yurtiçi veri ve açıklama bombardımanının, benim için sürpriz gelişmeler olmasa da, 2009 ve 2010 yılı tahminlerini gözden geçirmek için iyi bir fırsat oluşturduğunu söyleyebilirim. Ben de bu fırsatı kullandım.

Bu veriler sonrasında, 2009 için % 6.0 olan daralma tahminimde ince bir ayara giderek % 5.7’ye revize ettim. Lehte baz etkisi ile uzun süredir söylediğim gibi, 4. çeyrekten itibaren pozitif büyüme beklerken, zaten konsensüs üzeri olan 2010 yılı büyüme beklentimi % 4’den % 5’e yükselttim. Ancak, bunu son iki yılda potansiyel büyüme hızımızın çok altında kalan büyümenin oluşturduğu lehte baz etkisine bağlamakta ve güçlü büyüme olarak görmediğimin tekrar altını çizmek istiyorum.

Güçlü büyümenin önüne aşağıda saydığım engellerin çıkmaya devam edeceğini düşünüyorum; 1) Bankacılık sektörü, ekonomik toparlanmaya aynı oranda destek veremeyebilir. Zira, 2010 yılında da Hazine'nin iç borç çevirme oranı % 100 civarında kalacak gibi görünmektedir.
2) Baz senaryomda, IMF anlaşmasının olmayacağını ve bu doğrultuda kredi kullanılmayacağını varsaydım. Bunun hem birinci maddeye olumsuz etkisi, hem de tüketici ve reel kesim güvenini olumsuz etkileme potansiyeli olacaktır.
3) İşsizlik oranındaki artışın 2010 yılında da devam ederek % 15.5 seviyesine çıkmasını beklemekteyim.

Dolayısı ile, ne kredi talebinde belirgin bir artış, ne de bankaların kredi koşullarında belirgin bir gevşeme beklemek çok gerçekçi durmayacaktır. Bu durumda, yurtdışı borçlanma imkanlarının ne kadar açılacağına da bağlı olarak, kredi büyüme hızı ekonomiye ek bir ivme getirecek boyutlara çıkamayabilir. Bu doğrultuda, 2011 ve sonrası yıllar için büyüme tahminimi de % 5’den % 4’e indirdim.

Diğer önemli revizyonlar ise; 1) Petrol fiyatlarının ortalamada 75 dolar olacağı ve ılımlı da olsa sanayi üretiminde toparlanma yaşanacağı varsayımım altında, cari açığı 35.7 mlr dolar seviyesinde (GSYH'ya oranla % 5.1) tahmin etmekteyim. 2) Merkezi Yönetim bütçesi, 2009 yılına yönelik tahminlerden biraz daha iyi bir görünümle yılı kapatacak gibi durmakta ve bu doğrultuda da, program tanımlı konsolide kamu sektörü faiz dışı açığının GSYH'ya oranının 2009 yılında % 1.8 olduktan sonra 2010 yılında % 0.5'e gerilemesini bekliyorum.

11 Aralık 2009 Cuma

Ben olacakları söylemiştim...

Dün ekonomist camiası için tarihteki en yoğun günlerden biri oldu. Adeta veri ve açıklama bombardımanı vardı. Büyümeye ilişkin görüşlerimi aşağıda ayrıntılı olarak vereceğim ama öncelikle şunu belirtmek istiyorum. Hafta içindeki ekonomik aktiviteye ilişkin veri gerçekleşmeleri, uzun süredir korumakta olduğum senaryoda ve ekonomiye genel bakışımda bir değişiklik getirmemiştir. Ekonomimizde kademeli ve yavaş toparlanmanın devam edeceğini düşünüyorum. Öte yandan dünkü açıklamalarda, IMF anlaşmasının bazı kurumların baz senaryosu olmasına son noktayı Merkez Bankası ve Hazine’nin program varsayımlarının koyduğunu da izledim. Merkez Bankası, beklediğim gibi, APİ portföyü için gerçekleştirmek zorunda olduğu DIBS alımlarını itfası ile sınırlarken, bu alımları tahvil getiri eğrisini etkilememek için kademeli ve şeffaf bir şekilde yapacağını ve Hazine’nin finansmanı ile ilişkilendirilemeyeceğini açıkladı. Hazine ise, iç borç çevirme oranının bu yıldan farklı olmayacağını, yüksek borçlanmanın bankacılık sistemi üzerinden özel sektöre yönelebilecek kaynakları sınırlamaya devam edeceği mesajını vermiş oldu.

Büyümeye gelince, 2009 yılının üçüncü GSYH % 3.3 daralma ile piyasanın ve benim % 3.5 düşüş yönündeki tahminime paralel geldi. Önceki iki çeyreğe ait verilerde ise aşağı yönlü revizyonlar vardı. Mevsimsellikten ve takvim etkisinden arındırılan verilerde çeyreksel artışın devam ettiğini ancak önceki çeyreğe göre yavaşladığını gördük. Toplam rakamda bir sürpriz olmasa da, imalat sanayi katma değerinin aynı çeyrekteki sanayi üretim verilerin yansıttığından çok daha sınırlı bir düşüşe işaret etmesi ise, bu iki veri arasındaki uyumsuzluk probleminin devam ettiğine işaret etti. Ancak, buradan gelen olumlu etki, inşaat sektöründeki % 18.1’lik daralma ve ulaştırma sektöründeki % 6.9’luk daralmanın beklediğimden daha sert olması ile dengelenmiş görünmektedir.

Harcamalar tarafında ise, özel tüketimin GSYH’ye yaptığı negatif katkının azalmaya devam ettiği ve 0.6 puanla sınırlı kaldığı izlenmiştir. Buna karşın, özel sektör yatırımlarının negatif etkisi de azalmış ancak, milli hasılaya -3.5 puan etkisi olan bu kalem ekonomideki daralmanın en önemli sebebi olmaya devam etmiştir. Kamuda tüketim harcamalarındaki artışı yatırımdaki düşüş dengelemiş, buradan büyümeye lehte 0.1 puanlık sınırlı bir etki olmuştur. Son olarak da stok değişiminden 1.2 puan negatif etki gelirken, net ihracatın katkısı ise 2.0 puan olmuştur.

Sonuç olarak, tahminime paralel gelen 3. çeyrek verisinden sonra 4. çeyreğe yönelik olarak şu ana kadar gelen verilere bakıldığında, Ekim ayı sanayi üretimi verileri güçlü bir başlangıç yapıldığına işaret etmekte, Kasım ayı öncü göstergeleri de şimdilik toparlanma eğiliminin devam edeceği yönünde sinyal vermektedir. Bu veriler sonrasında, 2009 için % 6.0 olan daralma tahminimde ince bir ayara giderek % 5.7’ye revize ettim. Lehte baz etkisi ile uzun süredir söylediğim gibi, 4. çeyrekten itibaren pozitif büyüme beklerken, ekonominin 2010 yılında % 5 büyüyeceğini tahmin ediyorum.

8 Aralık 2009 Salı

Büyümede bazdan gelen haz...

Uzun zamandır, Türkiye ekonomisinin 2009 yılında kaydettiği ve kaydedeceği sert daralmanın 2010 yılı büyümesine yardımcı olacağını vurgulamaktayım. Bir örnek vermek gerekirse, diyelim ki 100 birim üretim seviyesiyle resesyona giriyorsunuz ve bu seviye krizin en kötü noktasında 85’e kadar düşüyor yani üretim kaybınız % 15 oluyor. Dip noktasından sonra toparlanmayla beraber üretim seviyesi 90’a çıksa yani sınırlı bir toparlanma olsa bile üretim artışı % 5.9 ile oransal olarak yüksek olur, ancak başlangıç noktasının çok altında kalmaya devam eder. Türkiye’de üretimin durumu da budur. Üretimin kriz öncesi seviyesine dönmesi için tam % 18.6 artması gerekmektedir. Oysa şu ana kadar ancak % 2.5 artmıştır. Yani yolun ancak 8’de 1’i alınmıştır. Dolayısı ile, 2010 yılı büyümesinin rahatlıkla % 4’e ulaşacağını düşünsem de, bunu güçlü büyüme diye adlandırmam mümkün olmuyor.

Bu bağlamda, haftanın ekonomik aktiviteye ilişkin verileri daha bir önem kazanmaktadır. Haftanın bu kapsamdaki ilk verisi Ekim ayı sanayi üretimi olurken, 14 ay sonra üretimin yıllık bazda artış göstermesini bekliyorum. Üretimde % 2.5 artış öngörürken, anketlerde ortalama beklentinin tam ters yönde % 2.1 ile daralmaya işaret ettiğini görmekteyim. Ancak, tahminimde baz etkisinin yanısıra işgünü sayısındaki artışın da etkili olması nedeniyle, mevsimsellikten arındırılmış verilerin daha sınırlı bir aylık artışa işaret edeceğini düşünüyorum. Bilindiği gibi, TÜİK tarafından gecikmeli olarak açıklanan mevsim ve takvim etkisinden arınırılmış veriler son iki ayda % 0.1 ve % 0.3 ile daralmaya işaret etmiş, böylece, dip noktasından bu yana geçen 7 ayda toplam artış % 2’ye bile ulaşamamıştı. Dolayısı ile, Ekim ayı için daha iyimser kalan beklentim doğrultusundaki bir gerçekleşmenin bile, yavaş ve kademeli toparlanma senaryosuna bir değişiklik getirmeyeceğini söyleyebilirim. Haftanın diğer önemli verisi ise, 10 Aralık’ta açıklanacak olan üçüncü çeyrek GSYH gerçekleşmesidir. Geriden gelen bu verinin ise 2009 ve 2010 yılı büyüme tahminleri açısından belirleyici olması beklenebilir. En son TCMB Beklenti Anketi’nde ortalama tahmin sırası ile -% 5.6 ve % 3.2 düzeyinde oluşmuştu. Üçüncü çeyrek için anketler ortalama % 3.7 civarında bir daralma beklentisine işaret ederken, benim beklentim de % 3.5 daralma şeklindedir. Bu ve Ekim ayı sanayi üretiminde beklenenden iyi gelecek verinin 2009 ve 2010 yılı tahminlerini olumlu yönde etkileme potansiyeli olacaktır. Elbette bu önermenin tersinin de geçerli olduğu da unutulmamalıdır.

Sonuç olarak, Türkiye ekonomisinin üretim kaybında başlarda, toparlanmada da sonlarda yer almaya devam ettiği izlenmektedir. Bu nedenle, “Türkiye en hızlı toparlanır“ görüşünün altını doldurmak giderek zorlaşmakta ve göreceli piyasa performansının zayıf kalması için ciddi bir temel oluşturmaktadır. Bu yıldan umudunu kesenler, bu kez de 2010 yılı için güçlü büyüme tablosu çizmeye çalışacaklardır. Ancak, üretimde Şubat dibinden sonra yakalanan toparlanma eğiliminin gücünü koruyamaması nedeni ile yeni yıla zayıf bir momentumla girilmekte olduğu izlenmektedir.

4 Aralık 2009 Cuma

Bırakın rakamlar konuşsun...

Fazla hafızayı zorlamaya gerek yok. Ne deniyordu?.. “Türkiye krizden sonra en hızlı toparlanan ekonomi olur.” Oldu mu sizce?... 30 Haziran tarihli yazımın başlığında, aynen şöyle demişim “Türkiye en hızlı toparlanır diyenler yanılıyor”...

İlk aylarda hızla artan öncü göstergeler (PMI endeksleri) de bu iddiaya destek verir bir görüntü çiziyor, yerli-yabancı bir çok kurum ve analist bu görüşü dillendirmekte bir sakınca görmüyordu. Oysa, ekonomi dibe vurduktan yedi ay sonra bugün gelinen noktada, ne öncü göstergeler eskisi gibi ışıldıyor ne de sanayi üretiminde beklenen güçlü toparlanma gerçekleşmiş durumda.

Bunu göstermek için sanayi üretim endekslerini ülkeler ve ülke grupları arasında karşılaştırdık. Fortis Bank Araştırma’dan çalışma arkadaşım Erkin Işık, bize Deniz Gökçe’nin tanıttığı Hollanda Ekonomik Politika Analizleri Bürosunun yayınladığı toplulaştırılmış sanayi üretim endekslerini kullanarak bu çalışmayı yaptı. Bizi daha çok ilgilendiren dönem, ekonomik aktivitenin aynı anda Dünya’da düşmeye başladığı Haziran 2008’den sonraki dönemdi. Bu yüzden de endekslerin başlangıç noktasını bu tarihte eşitleyip, krize farklı bölgelerdeki ekonomilerin nasıl tepki verdiğini gösterdik. Ne yazık ki, Türkiye düşüşte başlarda, toparlanmada da sonlarda yer almaya devam etmekteydi.

Hafta içinde açıklanan Satınalma Yöneticileri Endeksleri (PMI) Kasım sonuçları da öncü göstergeler için yeni bir değerlendirme yapma fırsatı oluşturdu. Burada, Türkiye PMI endeksinin artık dünya ortalamasının ve bir çok gelişmiş ve gelişmekte olan ülkenin gerisinde kaldığını izledik. Türkiye’de endeks 52.8’den 51.8’e gerileyerek, 4 ay üst üste zayıflamış oldu ve Mayıs ayından beri en düşük noktasına geldi. Oysa, yaz aylarında Türkiye bu tablonun en üstlerinde yer alıyordu. Zayıflamaya rağmen endeksin genişlemeyi gösteren bölgede kalması ise tek avuntu olarak görünüyor. ABD’de de endeks 55.7’den 53.6’ya gerileyerek 55.0 seviyesindeki beklentinin altında kaldı. Yine de, bu Mayıs 2006’dan beri ikinci en yüksek değerdi ve alt endeksler bunun bir eğilime dönüşmeyeceğine işarete ediyordu. Dünya genelinde endekslere bakıldığında da, sadece altı ülkenin (Rusya, Macaristan, Yunanistan, İrlanda ve Avusturya) halen 50 seviyesinin altında kaldığı, özellikle Asya ülkelerinin ittirmesiyle (Çin 55.7, Hindistan 53) gelişmekte olan ülkeler ortalamasının Türkiye’nin üzerinde seyrettiği gözlenmektedir. Tüm ülkeleri kapsayan Global PMI endeksi ise, 53.6 ile önceki aya göre gerilemiş ancak net bir şekilde büyümenin devamını göstermiştir.

1 Aralık 2009 Salı

Fatih Altaylı'ya aynen iade...


Habertürk'te Fatih Altaylı Pazartesi günkü yazısında ekonomistlere çok ağır hakaretlerde bulunmuş. Başta kendi gazetesinde yazmakta olan Ercan Kumcu olmak üzere diğer ekonomi yazarları nasıl hissediyordur acaba?... Aşağıda yazının ilgili kısmını veriyor ve bizlere verdiği sıfatı aynen iade ediyorum.

"Bu ekonomistlerle işimiz çok zor. Benim anladığım şu. Nerede önünü görmekten aciz salak var, ekonomist olmuş. Ekonomik krizden kurtulmanın en kesin yolu ne biliyor musunuz? Ekonomistlerden kurtulmak. Kelden saç ilacı alınır mı? HER tarafta müthiş ekonomistler tavsiyeler veriyorlar. Şunu yapın bunu yapın. Dolara dönün. Sepet yapın.Altın alın. Zart yapın. Zurt yapın. Size çok samimi bir tavsiyede bulunayım. Sakın ola ki, bunları dinlemeyin. Düşünün bir kere. Bunlar bu işi çok iyi bilseler niye üç kuruş maaşa talim etsinler. Siz bu ekonomistlerin "Bu işi iyi bilirim ama parayla işim olmaz. Sevmiyorum meredi" dediğim mi zannediyorsunuz. Ekonomistlerin tek bildiği, kendilerine ait olmayan paralarla deney yapmaktır. Üstelik de parametrelerinin tamamının değişken ve bilinmez olduğu bir ortamda."

Dubai'yi bırak, kendi derdine bak...

Son dönemde genellikle borçlanma piyasasından gelen olumsuz haberler, ikinci dünya savaşı sonrasında yaşanan en derin krizden çıkışta yeni bir aşamaya geçtiğimizi gösteriyor aslında. Şansımıza bizler bayram tatilindeyken gerçekleşen Dubai'nin borç geri ödemede yaşadığı büyük sorunlar bunu bir kere daha hatırlattı. Dubai bir ilk de değil, son aylarda önce Ukrayna'da bir şirketin ödeme güçlüğü yaşaması, sonrasında Yunanistan'ın hızla artan bütçe açığı ve borç stokunun bu ülkeye borç verenlerde yarattığı endişeler özellikle kredi riskinin fiyatlandığı piyasalarda önemli hareketlere yol açtı.

Genele yayılmadı ama söz konusu ülke risk primlerinin ve CDS primlerinin yükseliş yönünde hareket ettiğini izledik. Böylesi bir fiyatlamanın arka planı ise, krizde kamunun oynadığı ve kapitalizmin dahi sorgulanmasını getiren büyük roldü. Zira, derin resesyondan çıkabilmek için dünya üzerindeki tüm ülkeler hızla daralan özel tüketim ve yatırım harcamalarını telafi edebilmek için bütçe imkanlarını seferber ettiler ve artan kamu harcamalarını finanse etmek amacıyla da borçlanmalarını artırmak zorunda kaldılar. Böyle bir tablo, başta gelişmiş ülkelerde olmak üzere dünya genelinde kamu borcunun milli gelire oranla hızlı yükseliş eğilimine geçmesine yol açtı.

Peki sonucun böyle olacağı açıkken ekonomilere kamudan böyle bir destek verilmemeli miydi?... Özel sektör kendi haline mi bırakılmalıydı?... Elbette hayır. Ancak, böyle bir sürece zaten zayıf bir kamu maliyesi ve olumsuz borçlanma dinamikleriyle girerseniz, piyasalar size fazla bir manevra alanı bırakmaz. Krizin en derin aşamasında, her ülke tam bir küresel koordinasyon içinde hareket ederken, kalabalıkta dikkat çekmezsiniz ama bu aşama geçince ayrışma başlar ve genel formüller ve çözümler her duruma uymamaya başlar. Her koyunun kendi bacağından asıldığı bu aşamada, attığınız her adımı ölçerek ve biçerek son derece dikkatli atmak zorundasınızdır. Yoksa tüm projektörler bir anda üzerinize döner ve spekülasyonun açık hedeflerinden bir olursunuz. İşte bu nedenlerden, Uluslararası Para Fonu (IMF) gibi küresel koordinatörler tüm ülkelere genişlemeci maliye ve para politikalarından çıkış planlarını hazır tutmalarını, uygulama zamanlamasını ise kalıcı toparlanmaya bağlamalarını ısrarla önermektedir.

Bu temel tespitleri yaptıktan sonra, uzun bir tatilin ardından bugün açılacak piyasalarımızda Dubai etkisinin ne şekilde görüleceği konusuna gelmek istiyorum. Baştan söyleyeyim, önemli bir olumsuzluk beklemiyorum. Tatil olmasaydı da yaşanacak dalgalanmalar kalıcı olmazdı diye düşünüyorum. Dubai özel konumu, sıkıntının tek bir sektörden kaynaklanması, problemin boyutunun göreceli küçüklüğü gibi nedenlerle global bir salgın yaratacak güçte değil bence. Bizim kendi sıkıntılarımız bize yeter. Bakın tüketici ve reel kesim güvenine irtifa kaybını sürdürüyorlar. Ekonomik aktivitede toparlanma çok yavaş gerçekleşiyor, işsizlikte sınırlı iyileşme bile kesintiye uğradı. Biz önce kendi sorunlarımızı çözmeye bakalım.