30 Haziran 2009 Salı

Türkiye en hızlı toparlanır diyenler yanılıyor...

Yılın ilk yarısını bitirdiğimiz bu günde ilk çeyreğin büyüme gerçekleşmelerini öğreneceğiz ve bu kadar geriden gelen bir verinin piyasalara etkisine bakacağız. Elbette bu gecikme nedeniyle fazla bir etki beklenmemesi gerekir. Artık bu yılı sert bir daralma ile kapatacağımız kabul edilmeli ve yavaş yavaş 2010 yılı büyümesine odaklanılmalıdır. Bunun öncesinde ise, başlayan toparlanmanın hangi güçte olacağını kestirmeye yarayacak kısa vadeli aktivite gelişmelerinin yakından izlenmesi gerekiyor. Zira, zayıf bir iyileşme süreci olarak nitelendirilebilecek U tipi toparlanma ile ekonominin hızla kriz öncesi noktaya geri dönmesine imkan veren V tipi toparlanmanın, sektörlere ve piyasalara yansıması arasında büyük farklar olacaktır. Daha önce de belirttiğimiz gibi, biz göreceli yavaş toparlanmayı içeren U tipi bir toparlanmayı esas almaktayız.

Bu bağlamda, haziran ayı ekonomik aktivitesine yönelik ilk sinyaller PMI endekslerini (*) en hızlı açıklayan Euro Bölgesi ve Türkiye'den alınmıştır. Euro Bölgesi'nde açıklanan geçici PMI endekslerinden imalat sanayi göstergesi beklentiye paralel gelirken, hizmet sektörü göstergesi ise tahminlerin altında kalmıştır. İmalat sanayinde 40.7'den 42.4'e yükselen PMI Endeksi, hizmet sektöründe ise 44.8'den 44.5'e gerilemiştir. Türkiye'de ise Reel Kesim Güven Endeksi'nin son iki ayda toplam 29 puan yükselişten sonra haziranda sadece 2.5 puan yükseldiği gözlenirken, alt gruplardan gelecek üç ay üretim hacmi ve gelecek üç ay ihracat sipariş miktarında aralıktan beri süren artış eğiliminin kesintiye uğradığı izlenmektedir. Ayrıca, geniş ekonomik kategoriler sınıflandırılmasına göre sektörlere bakıldığında, ara malı üreten sektörler dışında tüm sektörlerde hız kesme belirgin olarak gözlenmekte, yatırım malı ve dayanıklı tüketim malı üreten sektörlerde ise gerileme gözlenmektedir.

Bu görünümün, yılın ancak son çeyreğinde büyüme kaydedilmesini içeren baz senaryomuzla uyumlu olduğunu düşünüyoruz. Birinci çeyrekte Gayrisafi Yurtiçi Hasıla'nın (GSYH) yüzde 12 daralma yönünde olan konsensüs beklentisine paralel gerçekleşmesi durumunda, bunun bizim 2009 yılı için yüzde 5 daralma beklentimizle uyumlu olacağını düşünüyoruz. Burada büyük bir sürpriz olmadıkça, esas riskin kapsamlı bir program açıklanmasının da gecikmesiyle 2010 yılı büyümesine doğru kaydığını gözleyeceğiz. Sonuç olarak, toparlanmanın gücünün daha fazla sorgulanacağı bir dönemden geçerken, hala yavaş toparlanma senaryosuna oynamanın daha doğru olacağını düşünmekteyiz. Bu durumda, beklentilerin gerçekleşmelere daha yakın bir çizgiye oturmasını ve bunun borsalarda daha fazla düşüşü sınırlayacak sağlıklı bir gelişme olmasını beklemekteyiz. Yavaş bile olsa bu toparlanmanın korunması önemlidir ve bunu sağlamak için merkez bankalarının yeni likidite önlemlerine başvurarak bütçe görünümlerinden kaynaklanan faiz yükselişi baskısını engellemeye en azından mümkün olduğunca geciktirmeye çalıştıkları izlenmektedir.

(*) Satınalma Yöneticileri (PMI) Endeksi: Bir yayılma endeksi olup, 50 seviyesi ekonomik aktivitede genişleme ve daralma dönemlerini birbirinden ayıran kritik çizgi olarak kabul edilir.

26 Haziran 2009 Cuma

Dibi tartışmayı bırak, toparlanmanın gücüne odaklan...

Yıla girerken ekonomik görünüme ilişkin çizdiğimiz tabloda, krizin yaralarını sarma yılı olmasını beklediğimiz 2009 yılının en önemli bilinmeyenini nasıl saptadığımızı hatırlatmak istiyoruz. Bize göre, ekonomik aktivitede dibin görülüp görülmeyeceğinden çok "toparlanmanın hangi güçte olacağı" daha önemli olacaktı. Zira, zayıf bir iyileşme süreci olarak nitelendirilebilecek U tipi toparlanma ile ekonominin hızla kriz öncesi noktaya geri dönmesine imkan veren V tipi toparlanmanın, sektörlere ve piyasalara yansıması arasında büyük farklar olacaktı. Temelinde konut fiyatlarında aşırı şişkinlik ve kredilerde hızlı genişleme gibi her biri başlı başına bile büyük dengesizlikler olan bir küresel resesyondan hızlı bir şekilde çıkılması bize pek olası gelmediğinden, baz senaryomuzda U tipi bir toparlanmayı esas almıştık.

Toparlanma abartılmamalı
Nitekim, öncü göstergeler hızla yükselirken bunun beklenen bir gelişme olduğunu, bu canlanmayı çok da abartmamak gerektiğini, kısa vadedeki bu ilk toparlanmayı gelecek döneme olduğu gibi yansıtmanın hiç de sağlıklı bir yaklaşım olmayacağını, kısacası bunun reel ekonomide ancak yavaş bir toparlanma getirebileceğini ısrarla vurguladık. Yılın ilk yarısını tamamlamaya yakın olduğumuz bugünlerde, özellikle mart ayından itibaren ekonomilerde en kötü noktanın geride bırakıldığının anlaşılmasıyla yaşanan haklı coşkunun piyasaları taşıma gücünde azalma izlemekte, ekonomik aktiviteye ilişkin verilerin hafif şiddette olsa da yeniden olumsuz sürprizler yaşatmaya başladığını gözlemekteyiz. Bu ise, öncü göstergelerdeki hareketin de yansıttığı üzere, beklentilerin önemli ölçüde iyileştiği, hatta aktiviteye ilişkin gerçek verilerin yansıttığı eğilimin bile üzerine çıktığı anlamına gelmektedir.

Geçiş dönemi içindeyiz
Borsalarda üç ayı bulan kesintisiz ve güçlü yükseliş eğilimini zayıflatan ve haziranda ufak bir düzeltme getiren bu dengesizliğin beklentilerin bir miktar aşağı çekilmesiyle giderilmesini, bu sağlıklı gelişmenin en azından daha fazla düşüşü engellemesini bekleyebiliriz. Bu dengeleme hareketi borsalara bu şekilde yansırken, özellikle ABD uzun vadeli tahvil faizlerini yüzde 4'e kadar yükselten hareketin de güç kaybetmesine neden olmuştur. Ancak tüm bu gelişmeler bir geçiş dönemi içinde olduğumuz gerçeğini değiştirmemiştir. Daha önce de belirttiğimiz gibi, ekonomik döngünün toparlamadan genişlemeye doğru gideceği evrenin başlarında olduğumuzu düşünüyoruz. Bu yönelim belirginleştikçe, borsa ve bono piyasasındaki kararsız hareketlerin tahviller aleyhine netleşmesini bekliyoruz. Bu kaçınılmaz görünen faiz yükselişinin ekonomilerdeki toparlanmayı olumsuz etkilemesinden endişe edildiğinin ve bu hareketi olabildiğince geciktirmeye ve sınırlandırmaya çalışıldığının farkındayız.

Ancak, gelişmiş ülkelerin gevşek para politikasının son noktası olan niceliksel gevşeme (merkez bankalarının tahvil alımları) süreçlerinden çıkış stratejilerini oluşturmaları gerektiğinin sıkça konuşulduğu bir ortamda, bunun uzun bir süre geciktirilebileceğinden emin değiliz. Bu alanda algılamayı etkileyebilecek ilk işaretin ABD Merkez Bankası'dan (FED) alınması beklenmektedir. Bu bağlamda, 24 Haziran tarihli FOMC toplantısı önemli görünüyordu. Söz konusu toplantıda politika faizi beklendiği gibi yüzde 0,0-0,25 aralığında bırakılırken, ekonomik görünüme ilişkin değerlendirmelerde hafif bir iyileşme izlendi. Ekonomik aktivitedeki daralmanın yavaşladığı değerlendirmesinde bulunan FED, enflasyon üzerindeki aşağı yönlü risklere yaptığı vurguyu da azalttı.En çok merak edilen, tahvil alım programı ve faizin seyrine ilişkin değerlendirmeleriydi ki FED bu iki alanda da değişikliğe gitmedi. Yani faizin uzun süre düşük kalacağını yinelerken, tahvil alım miktarını da değiştirmedi. Özetle, iki ay önceki toplantıya göre büyük bir değişiklik gözlenmese de, FED'in büyüme ve enflasyonda riskleri bir miktar yukarı görmeye başladığı gibi bir algılamanın oluştuğu izlenmektedir. Ancak henüz niceliksel gevşemeden bir çıkış stratejisinden bahsedilmemesi, vadeli işlemlerde 2010 yılının ilk çeyreğine kadar faizlerde bir değişikliğe gidilmemesi beklentisini değiştirmedi. Sonrasında ise faizin yıl sonuna kadar yaklaşık 150 baz puan artırılacağının fiyatlandığını hesaplıyoruz.

23 Haziran 2009 Salı

Bono piyasasının imdat çağrısı cevapsız kalmadı...

Merkez Bankası’nın sürpriz olarak nitelendirilen, beklentilerin üzerindeki faiz indirim kararının alındığı toplantıya, başka bir alanda getirdiği yenilik açısından bakmaya çalışacağız. Söz konusu alan likidite önlemleridir ve burada getirilen yeni düzenlemelerin bono piyasası dengeleri üzerinde önemli etkilerinin olması beklenmektedir. Beklediğimiz gibi ve aynı zamanda TCMB’nin daha önceden çizdiği yol haritasına uygun olarak şimdilik teknik faiz indirimine (*) gidilmemiş ve repoların vadesinin üç aya uzatılma kararı alınmıştır. Teknik faiz indirimine gidilseydi, Merkez Bankası “IMF anlaşması olmayacak” gibi bir mesaj vermiş olacaktı. Zira, bir anlaşma durumunda Hazine’ye kullandırılacak kredi borçlanmayı azaltarak bankalararası likiditenin yeniden pozitif bölgeye geçmesine neden olacak ve teknik faiz indirimine gidilmesine gerek kalmayacaktı. Sinyaller son dönemde, bir anlaşmanın kısa vadede olmayacağı hatta hiç olmayabileceği yönünde güçleniyor gibi olsa da, TCMB bu aşamada bu mesajı vermeyi tercih etmemiş, bunun yerine “Piyasadaki likidite sıkışıklığının bir süredir devam etmesine karşın, uzun vadeli likidite gelişmelerine ilişkin belirsizlikler sürmekte, mevcut likidite koşullarının kalıcı olup olmayacağı konusunda net bir öngörüde bulunulamamaktadır. Bu nedenle, teknik faiz indiriminin zamanlaması daha sonra belirlenecektir.” ifadesini kullanmıştır. Mevcut ortamda bir hafta vadeli olan fonlamanın vadesinin uzaması piyasa yapıcılığı sistemi ve konjonktür nedeniyle Hazine ihraçlarının en önemli alıcısı olan bankacılık sisteminin bu yüklü portföyü taşımasına yardımcı olacaktır. Hesaplamalarımıza göre, piyasada dolanımda olan DIBS’lerin % 60’ı bankalarda bulunmakta ve bu oran 2001 krizi sonrası dönemin en yüksek değerine işaret etmektedir. Ayrıca, BDDK’nın günlük verilerinden bankalardaki menkul kıymet portföylerinin kredilere oranının Ekim 2008’den bu yana 10 puan yükselişle % 60’a ulaştığı izlenmektedir. Bütçedeki eğilimler değişmediği sürece bankalar üzerindeki bu baskı devam edeceğinden, bu rekor düzeydeki porftöyün, hem de ekonomik aktivitedeki toparlanmanın da zorlamasına rağmen, faizlerde bir yükselişe yol açmadan taşınabilmesi için verilen bu likidite garantisi önemli durmaktadır. Bu bağlamda, Merkez Bankası kendisinden bekleneni fazlasıyla yapmakta, son olarak likidite desteklerini güçlendirerek DIBS piyasasındaki baskıları azaltmaya çalışmaktadır. DIBS alımı ve teknik faiz indirimi gibi önemli iki kartını faiz indirim sürecinin sonrasına bıraktığı anlaşılan Banka, muğlak ifadelerle de olsa ilk kez indirimlere ara vermekten bahsederek parasal gevşemede sona çok yaklaşıldığını düşündürmüştür.

(*) Teknik faiz indirimine gidilmesi durumunda para politikasında yeni gösterge faiz, günlük olarak düzenlemeye başlayacağı repo ihalelerindeki ortalama faiz olacaktır. Şu an için gösterge olan Merkez Bankası’nın borçlanma faizi ise bu teknik sebeplerle indirilecektir. Başka bir deyişle, şu anda borçlanma ve borç verme faizleri arasındaki 250 baz puanlık farkın korunması durumunda, borç alma ve verme faizleri sırasıyla % 7.25 ve % 10.0 olacaktır. Bu durumda repo ihalelerindeki faizin % 8.75 olan mevcut gösterge faiz seviyesinde olması sağlanacaktır.

22 Haziran 2009 Pazartesi

Vatan Gazetesi'ndeki Ropörtajım

Geçtiğimiz hafta Vatan Gazetesi'nden Ufuk Korcan ve Ali Ağaoğlu ile yaptığımız söyleşi gazetenin bugünkü sayısında yayınlandı.

Ekonomiye kamu müdahalesi sihirli değnek mi?...

Geride bıraktığımız haftanın gelişmeleri, ekonomi yönetiminin yurtiçinde parasal ve mali gevşemeyi henüz sona erdirme niyetinde olmadığını düşündürmüştür. Bu dönemde, politika faiz oranı 800 baz puan indirilmiş, bütçe faiz dışı fazlası ise GSYH’ya oranla % 3.5’den Mayıs sonunda % 0.1 seviyesine gerilemiştir. Bu yönelim, vergi indirimleri ile iç tüketimin toparlanmasının ihracatta henüz bir toparlanma gözlenmemesine rağmen sanayi üretimine dipten dönüş için yardımcı olduğu ve genel olarak ekonomik aktivitenin en kötü noktasını Mart sonunda geride bıraktıktan sonra toparlanma eğilimi içine girdiği bir dönemde de gözlenmeye devam edilmektedir. Anlaşılan, toparlanma kendi kaderine bırakılmak istenmemektedir. Bir diğer deyişle, stokların azaltılması ile doğal olarak gelişen bu kıpırdanmanın yeterli görülmediği, büyümeye dönüşün hızlandırılmaya çalışıldığı izlenmektedir.

Üretimi bıçak gibi kesen ve ani istihdam kaybına yol açan stok sorunu çözülme yoluna girmişken, ulaşılabilecek büyüme oranını değiştirmeyecek sadece öne çekebilecek bir neticeyi almak için bu tercihin yapılması gereğinin irdelenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bahsettiğimiz dönüm noktasından itibaren bu doğrultuda alınan önlemlerin gelecek dönem büyümesinden çalmaya başladığı unutulmamalıdır. Özel tüketim ve yatırımın durduğu aşamada kamunun ve para politikasının devreye girmesini ne kadar normal görüyorsak, etki edilebilecek alanlarda beklenen sonuçların alınmaya başladığı noktadan sonra, kötüleşen borç dinamiklerinin daha fazla zorlanmamasının ve orta vadede bunların iyileştirilmesinin taahhüt edilmesinin beklenmesini de, normal görmeliyiz.

Aksi takdirde, sihirli bir değnek olmayan ve gerektiğinde sınırlı bir şekilde uygulanması gereken mali gevşeme, bir politika aracı olmaktan çıkıp, 2001 öncesi olduğu gibi, kalıcı bir hale gelerek bütçelerin daha baştan geçersiz olduğu ve reel ekonomiye kanalize olabilecek fonların Hazine’ye yöneldiği bir düzene dönülmesine yol açabilir. Bunun şakası yoktur ve sürekli aynı şeyleri tekrarlıyor gibi olsak da, kısa vadeli fayda için tüm kazanımların riske atılmaması çağrısını seslendirmeye devam edeceğiz.

16 Haziran 2009 Salı

Perşembe günü CNBC-e'deyim...

18 Haziran Perşembe günü 11:10'da CNBC-e'de Yatırımcı Kliniği programına konuk olarak katılacağım.

Krizler bu işin doğasında, önemli olan büyüme perspektifini kaybetmemek...

Ekonomik döngülerin piyasa sisteminin doğasında olduğuna, bir ekonominin uzun dönemli büyüme çizgisi etrafında dalgalanma şeklinde yaşandığına ve ekonominin döngünün hangi evresinde olduğunu doğru ve hızlı bir şekilde belirlemenin, piyasa oyuncularının davranış tarzını öngörebilmek anlamına geldiğinden hayatımızı kolaylaştırdığına değinmiştik.

Ekonomilere böyle bir bakış açısı, resesyonların dünyanın sonu olmadığının, aksine uzun vadeli büyüme patikası üzerinde yaşanan ve yaşanacak doğal gelişmeler olduğunun, oluşan dengesizlikleri giderme ya da en azından azaltmada fayda sağladığının, düşünülmesini getirir. Kaçınılmaz olarak yaşanan ve yaşanacak olan bu süreçlerde esas önemli olan, uzun vadeli büyüme çizgisinin eğiminin bir kırılmaya uğramamasını sağlamaktır. Bugün dünya genelinde oluşan endişe, bazı gelişmiş ülkelerin kredi notu indirimlerinden de izlendiği üzere, rekor bütçe açıklarının ileride enflasyon yükselişine ve dolayısı ile büyüme eğiliminin zayıflamasına yol açağı şeklindedir. Bu nedenle, kısa vadede para ve maliye politikasının gevşeme anlamında gidebileceği sınır ile bunun orta-uzun vadede büyümeye getireceği olumsuz yansımanın iyi dengelenmesi gereklidir. Bunun için bu noktada yapılabilecek en önemli şey, kötü zamanlarda oluşan yüksek bütçe açığının kalıcı olmayacağını, iyi zamanlara gelindiğinde maliye politikasının sıkılaştırılacağını göstermek ve bunu kredibilitesi yüksek bir program altında taahhüt etmektir. Bu bağlamda, Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Sn. Babacan’ın yeni program hazırlıklarına ilişkin son açıklamalarını (özellikle Hazine’nin borçlanma baskısının sürdürülebilir olmadığı ve faiz dışı açığın kapatılması gerektiği yönündekileri) ümit verici buluyoruz. Ancak, aynı açıklamada yer alan bazı unsurlar (IMF'siz senaryoya hazırlıklı olunmalı uyarısı ve bütçe açığı bir-iki sene tolere edilebilir denilerek 2010 yılı için sıkılaşma işareti verilmemesi) programın içeriğini ve bu doğrultudaki icraatleri görene kadar ihtiyatlı olmamızı gerektiriyor.

Sonuç olarak, ekonomilerin daralma döngüsünden genişleme döngüsüne geçiş aşamasının sonlarında olduğumuzu düşünürken, bu durumun yakın zamanda finansal göstergelerde hareketleri belirginleştirmesini ve ayrışmayı netleştirmesini bekliyoruz. Resesyonların dünyanın sonu olmadığı, aksine uzun vadeli büyüme patikası üzerinde yaşanan ve yaşanacak doğal gelişmeler olduğu bir kez daha anlaşılırken, bundan sonra da yaşanılması kaçınılmaz olan bu süreçlerde esas önemli olan, uzun vadeli büyüme çizgisinin eğiminin bir kırılmaya uğramamasını sağlamaktır. Bunun için bu noktada yapılabilecek en önemli şey, kötü zamanlarda oluşan yüksek bütçe açığının kalıcı olmayacağını, iyi zamanlara gelindiğinde maliye politikasının sıkılaştırılacağını göstermek ve bunu kredibilitesi yüksek bir program altında taahhüt etmektir. Umarız böyle olur...

12 Haziran 2009 Cuma

Borsaların Çıkış Hareketi Düşüşten Çok Daha Uzun Sürecek...

Bugün ekonomilerde krizlerin ortaya çıkışını piyasa sisteminin doğasına bağlayan bir yaklaşımı ele almak istiyoruz. Tarihsel gelişmeler de kendini tekrarlayan bu doğal düzeni doğrulamaktadır. Merak etmeyin aslında size çok yabancı bir kavramdan değil, kısaca döngülerden bahsedeceğiz. Bilindiği gibi, bir ekonomik döngü, diğer adlarıyla iş döngüsü veya konjonktür devresi, ekonomik aktivite veya üretimde birkaç ay veya yılı aşan ekonomik dalgalanmaları belirtmek için kullanılan terimdir. Döngülerin bir ekonominin uzun dönemli büyüme çizgisi etrafında dalgalanma şeklinde yaşandığı ve dört aşamadan oluştuğu kabul edilir. Yani, genişleme dönemi sonunda ulaşılan zirve, bu noktada başlayan resesyon dönemi ve bunun dip noktasına ulaşması, sonrasında ise toparlanma ve bunun güçlenmesi ile yaşanan genişleme dönemi ve tekrar yeni bir zirveye ulaşılması, bir tam döngünün evreleridir. Ancak ana evreler olan genişleme ve resesyon dönemlerinde ekonomilerde yaşanabilecekler çok belirginken, bu dönemler arasında kalan süreçler daha kısa süreli ve geçiş dönemi niteliğinde olduğundan belirsizliğin daha hakim olduğu zaman dilimleridir. Dolayısı ile, bir ekonominin döngünün hangi evresinde olduğunu doğru ve hızlı bir şekilde belirlemek, piyasa oyuncularının davranış tarzını öngörebilmek anlamına geldiğinden hayatımızı kolaylaştırır.

Bu bağlamda, daralma döngüsünün sonu olan dip noktasının geride kaldığı, toparlanmanın başlayarak genişlemeye doğru devam etmesinin beklendiği, yani geçiş aşamasının sonlarını işaret eden bir noktada bulunduğumuzu düşünmekteyiz. Dolayısı ile, fazla uzun olmayan bir süre sonra finansal göstergelerde hareketlerin belirginleştiğini ve ayrışmanın netleştiğini görmeyi bekliyoruz. Bu ayrışmanın en net olarak uzun vadeli faizler ve borsa performansları üzerinden izlenebileceğini düşünüyoruz. Hatırlanacağı gibi, 2007 ortasında subprime krizinin patlak vermesiyle resesyon döngüsüne girileceği satın alınmış ve borsalardan güvenli liman olarak görülen tahvillere kaçış yaşanmıştı. Bu çok net yönelimin yaklaşık 20 ay sürdüğünü izlemiştik. Yavaş yavaş girilmekte olan büyüme döneminde ise, geçmiş benzer dönemlere bakarak, tahvillerden borsalara geri dönüş trendinin çok daha uzun bir süre (en az 5 katı) hakim olacağını düşünüyoruz.

11 Haziran 2009 Perşembe

IMF önce harca dedi, şimdi toparla diyor...

IMF, 9 Haziran tarihinde "Fiscal Implications of the Global Economic and Financial Crisis" başlıklı çalışmayı yayınladı. Global kriz sırasında G20 ülkelerine GSYH'nın % 2'si kadar mali gevşeme tavsiyesi veren IMF, şimdi ise bu gevşemenin ileriki dönemde niye geri alınması gerektiği ve geri alınmazsa nelere yol açabileceğini anlatıyor. Raporda, Türkiye ile ilgili tahminler de (bütçe açığı ve borç stoku) yer alıyor.

10 Haziran 2009 Çarşamba

IMF'den Cotarelli'nin Sunumu

Ekonomik Araştırmalar Forumu tarafından düzenlenen "Maliye Politikası ve Küresel Kriz" başlıklı seminerde IMF Mali İşler Direktörü Carlo Cotarelli'nin yaptığı sunum Türkiye özeline hiç değinilmese de çok aydınlatıcıydı.

9 Haziran 2009 Salı

Resmi Başlangıç

Türkiye ekonomisi 2001 krizi sonrası yıllarda geçirdiği hızlı dönüşüm sonrası bugün çok daha normal bir ekonomi haline gelmiş ve küresel ekonomik-finansal sisteme büyük ölçüde entegre olmuştur. Bu durum, yurtiçi ekonomik konjonktürün yakından takibini gerekli kılarken bir yandan da artan küresel etkileşim nedeniyle dış piyasalar ve ekonomiyi izlemenin önemini artırmıştır. Bu bağlamda, ekonomide tüm karar alıcıların gelişmelerden zamanlı bir şekilde haberdar olması, ekonomi ve piyasalara ilişkin rasyonel değerlendirme ve yaklaşımları geliştirebilmesi önemli olacaktır. Açılışını bugün yaptığımız blogla bu gelişim sürecinin hızlanmasına destek vermek istedik.

Herhalde bu blogun yazarını Referans gazetesindeki yazılarından tanıyorsunuz. Referans gazetesinde ilk yazımızın çıkmasından bu yana tam beş yıl geçti. Yazılarımızda hep belli bir çizgiyi koruyarak sadece ekonomiyi analiz etmekle yetinmedik, aynı zamanda finansal piyasaların davranış tarzını anlatmaya çalıştık. Zira, her ikisini birden anlamanın ve aralarındaki etkileşimi bilmenin çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Türkiye’de bunun yeterince anlaşılmadığını görüyoruz. Her zaman veriye ve somut gelişmelere dayalı olarak değerlendirmelerde bulunmaya da devam edeceğiz. Blogun adını Simon Kuper’in çok ünlü kitabı “Futbol Asla Sadece Futbol Değildir” isminden esinlenerek “Ekonomi Asla Sadece Ekonomi Değildir” olarak belirledik. Bir profesyonel iktisatçı'nın ekonomiler ve piyasalara hem global hem de lokal bakışını yansıtacak siteye ise, http://burumcekci.blogspot.com adresinden ulaşılacak.

8 Haziran 2009 Pazartesi

Medyada Bizden Alıntılar (2) - Deniz Gökçe'nin bahsettiği analist benim...

Sayın Deniz Gökçe, Akşam gazetesindeki köşesinde iki gün üstüste değerlendirmelerimize yer verdi. Aşağıda bu yazıların ilgili kısımlarını veriyorum.

Aşağıda bir mali kurumun, objektif olduğunu düşündüğümüz ve bilgisine saygı duyduğumuz analistinin raporundaki 'şu andaki durum tespitini' yayınlıyoruz. Sonra da yarın paket hakkındaki değerlendirmeleri yayınlayacağız.
***
Analist der ki: 'Ağırlıklı olarak güven endekslerinin oluşturduğu öncü göstergeler, farklı hızlarda olsa da, dünyanın her tarafında üretim ve hizmetler sektörlerinin toparlanma eğilimini, hem de mart ayından itibaren güçlenerek koruduğunu göstermektedir. Güven endekslerine güvensizlik birçok kesimde sürüyor olsa da, herhalde en karamsarlar bile artık 'dibi görmedik' söyleminden 'toparlanma yavaş olacak' söylemine geçebilmek için fırsat kolluyorlardır. Hatta öncü göstergelerin (PMI) bazı ülkelerdeki toparlanmayı görüntü olarak V tipi bir şekilde yansıtması, bir süre sonra 'acaba gerçek dünyadan çok mu uzak kaldık' paniğine bile sokabilir. Belki birçoklarına şaşırtıcı gelecektir ama bu tür bir toparlanma imajı veren az sayıdaki ülkeler arasında Türkiye de bulunmaktadır. Dünya genelinde bu çalışmayı yapan Markit şirketinin verilerine göre, Çin ve Hindistan dışında sadece Türkiye'nin PMI endeksi genişleme ve daralma dönemlerini ayıran kritik 50 seviyesinin üzerine çıkmıştır. Daha çarpıcı olarak, bu endeksin Kasım 2007'den beri, yani daralma sürecine girmemizden önce, 50 seviyesinin altında seyrettiği de bilinmektedir. Benzer bir çalışma olan TCMB Reel Kesim Güven Endeksi de Mayıs'ta 96.9 ile kritik 100 seviyesine yaklaşarak bu görünümü teyit ettiğini de belirtelim. Tüm bu gelişmelerin bu yılın ikinci yarısında küresel resesyondan çıkış, Türkiye ekonomisinin ise son çeyrekte yeniden büyüme eğilimine dönmesi senaryomuzu güçlendirdiği açıktır.'
Dikkat edilirse bu yorum, Deniz Gökçe'nin genel değerlendirmesine oldukça yakındır. Ancak bu tür konjonktür değerlendirmesi yapmak, paketi eleştirmekten kaçınmak demek de değildir.
Yarın kendi değerlendirmelerimizi hem de yukarıda analizini yayınladığımız analistin paket değerlendirmelerini, Başbakan'ın basın toplantısındaki sorulara verdiği cevapları da katarak, sütuna taşıyacağız.

Mantıklı bir analistten sağlam analizler!

Dün bu sütunda mali sektörde çalışan ekonomist bir meslektaşımızın, bizim görüşlerimizle büyük ölçüde örtüşen durum değerlendirmesini bu sütuna taşımıştık. Arzu eden okurlar eğer okumadılarsa AKŞAM Gazetesi internet arşivinden okuyabilirler. Durum değerlendirmelerini dün sütuna aktardığımız analistin, bugün de, yeni politika paketi konusundaki değerlendirmelerini sütunumuza özet olarak alıyoruz.

'Tüm anlatılan bu gelişmelerin, bu yılın ikinci yarısında küresel ortamda resesyondan çıkış,Türkiye ekonomisinde ise, son çeyrekte yeniden büyüme eğilimine dönmesi senaryomuzu güçlendirdiği açıktır! Bu durum stok eritme süreçlerinde ekonomilerin en doğal reaksiyonu olarak karşımıza çıkmaktadır. Henüz belli olmayan ise, üretim ve istihdamda sert düşüşler ile oluşan atıl kapasitenin ne zaman elimine edilebileceği, yani ekonomilerin potansiyel üretim seviyelerine geri dönüş zamanlamasıdır. Dış talepte (ihracat) belirgin bir toparlanma görülmeden bu konuda ihtiyatlı olunmalı, büyümenin orta-uzun vadede en önemli itici gücü olan özel yatırımların, talebin seyrine ilişkin mevcut belirsizlik ve kapasite fazlası altında, uzunca bir süre zayıf kalabileceği unutulmamalıdır. Kısacası, öncü göstergelerdeki V hareketinin ekonomide ancak U tipi toparlanma getirmesi öngörümüzü koruyoruz.
Diğer taraftan, ekonomi yönetiminin kapsamlı bir orta-uzun vadeli program açıklamak veya bunun yerini alacak bir IMF anlaşmasına gitmek yerine, daha önce açıklanan tedbir paketlerine yenilerini eklemeye devam etmesinin, kısa vadede ekonomik aktivite açısından riskleri yukarı yönlü duruma (olumlu anlamda) getirdiğini de belirtmeliyiz. Geçici vergi indirimlerinin uzatılması ve istihdama yönelik düşünülen yeni önlemler, zaten üretimden önce, geçen yıl son çeyrekte dibe vurarak toparlanma eğilimine giren iç talebin daha da güçlenmesine yardımcı olacaktır. Ancak, hem geçici önlemlere sağlanan bu toparlanmanın kalıcı bir eğilime dönüşmesi zor olabilir hem de kısa vadeli bu faydanın bozulan bütçe dengeleri kanalıyla orta-uzun vadeli büyüme görünümü üzerinde olumsuz yansımaları görülebilir. Buradaki itirazımızın önlemlerin alınmasına değil, iyi önceliklendirilmemesine, bütüncül bir yaklaşımla uygulanmamasına ve ileride işler düzelince maliyetin nasıl telafi edileceğinin yol haritasının çizilmemesine olduğunu, bir kere daha vurgulamalıyız. Söz konusu yeni önlemler önceki gün Başbakan Erdoğan tarafından kamuoyuna açıklanmış, ancak daha önceki tedbir paketlerinde olduğu gibi bütçeye maliyeti konusunda net bir bilgi verilmemiştir. Bu maliye politikasında şeffaflık ve öngörülebilirlik açısından çok ciddi bir problemdir. Ayrıca, vergi indirimlerinin uzatılması konusunda da, 'devam kararı alınacak ve alınamayacak olanlar var' denilerek uzatma için açık kapı bırakılmıştır. KEP'te yer alan 'Krize Karşı Alınan Mali Önlemler ve Maliyeti' başlıklı tablodan hareketle çeşitli sektörlerde uygulanan KDV+ÖTV indiriminin 3 ay daha uzatılması durumunda bütçeye maliyetini, 1.9 milyar TL civarında hesaplamaktayız. Pakette yer aldığı belirtilen 'geçici stajyer' ve kamuya mevsimlik işçi alımı tedbirlerinin toplam maliyeti ise basına göre 1.3 milyar TL, Başbakan'a göre ise 1 milyar TL civarındadır. Ayrıca, aynı pakette yer alan yeni teşvik sisteminin 1.5 yıllık maliyetinin 1.8 milyar TL olduğu belirtilmektedir. Tüm bu imkanlar sonuna kadar kullanılırsa GSYH'ya oranla % 7.8'e ulaşmasını beklediğimiz bütçe açığını yaklaşık 0.5 puan daha artırması beklenebilir.

Yeni teşvik sistemini, büyümenin orta-uzun vadede en önemli itici gücü olarak gördüğümüz özel yatırımlar açısından, faydalı bulsak da, talebin seyrine ilişkin mevcut belirsizlik ve kapasite fazlası altında, yatırımların uzunca bir süre zayıf kalabileceğine yukarıda dikkat çekmiştik.

Sonuç olarak, öncü göstergelerde daha da belirginleşen V hareketinin ekonomide ancak U tipi toparlanma getirmesi öngörümüzü korumaya devam ediyoruz. Kapsamlı bir program yerine tedbir paketleri silsilesinin devamının tercih edilmesinin, kısa vadede iç talep kanalıyla büyümeye destek verdiğini düşünürken, yeni tedbirlerle artan bütçe faturasının orta-uzun vadeli büyümeye zarar vermesinden korkuyoruz. Ayrıca, GSYH'da % 70 ile en önemli payı iç tüketim alsa da, yanına dış talep ve özel yatırımlar eklenmedikçe toparlanma eğiliminin yeterince güçlenemeyeceğini düşünüyoruz. Dünya genelinde ortaya çıkan kapasite fazlasının, bu unsurları baskı altında tutmaya devam etmesini de bekliyoruz .'

Bu analistin yaklaşımını, ekonomiye önyargısız ve pozitif bakması, ama diğer taraftan potansiyel risklere de ciddi şekilde dikkat çekmesi nedeni ile incelenmeye değer bulunuyorum ve bu nedenle köşeme taşıdım. Çalıştığı mali kurumu ve analistin adını veremedim, çünkü analizini buraya taşımadan evvel kendisini bulup izin alamadım.

5 Haziran 2009 Cuma

Öncü göstergelerdeki V hareketi, ekonomiye ancak U tipi toparlanma getirir...

Beklediğimiz gibi, ağırlıklı olarak güven endekslerinin oluşturduğu öncü göstergeler, farklı hızlarda olsa da, dünyanın her tarafında üretim ve hizmetler sektörlerinin toparlanma eğilimini, hem de Mart ayından itibaren güçlenerek koruduğunu göstermektedir. Güven endekslerine güvensizlik bir çok kesimde sürüyor olsa da, herhalde en karamsarlar bile artık “dibi görmedik” söyleminden “toparlanma yavaş olacak” söylemine geçebilmek için fırsat kolluyorlardır. Hatta öncü göstergelerin (PMI) bazı ülkelerdeki toparlanmayı görüntü olarak V tipi bir şekilde yansıtması, bir süre sonra “acaba gerçek dünyadan çok mu uzak kaldık” paniğine bile sokabilir. Belki birçoklarına şaşırtıcı gelecektir ama bu tür bir toparlanma imajı veren az sayıdaki ülkeler arasında Türkiye de bulunmaktadır. Dünya genelinde bu çalışmayı yapan Markit şirketinin verilerine göre, Çin ve Hindistan dışında sadece Türkiye’nin PMI endeksi genişleme ve daralma dönemlerini ayıran kritik 50 seviyesinin üzerine çıkmıştır. Daha çarpıcı olarak, bu endeksin Kasım 2007’den beri, yani daralma sürecine girmemizden önce, 50 seviyesinin altında seyrettiği de bilinmektedir. Benzer bir çalışma olan TCMB Reel Kesim Güven Endeksi de Mayıs’ta 96.9 ile kritik 100 seviyesine yaklaşarak bu görünümü teyid ettiğini de belirtelim. Tüm bu gelişmelerin bu yılın ikinci yarısında küresel resesyondan çıkış, Türkiye ekonomisinin ise son çeyrekte yeniden büyüme eğilimine dönmesi senaryomuzu güçlendirdiği açıktır. Bu durum stok eritme süreçlerinde ekonomilerin en doğal reaksiyonu olarak karşımıza çıkmaktadır. Henüz belli olmayan ise, üretim ve istihdamda sert düşüşler ile oluşan atıl kapasitenin ne zaman elimine edilebileceği yani ekonomilerin potansiyel üretim seviyelerine geri dönüş zamanlamasıdır. Dış talepte (ihracat) belirgin bir toparlanma görülmeden bu konuda ihtiyatlı olunmalı, büyümenin orta-uzun vadede en önemli itici gücü olan özel yatırımların, talebin seyrine ilişkin mevcut belirsizlik ve kapasite fazlası altında, uzunca bir süre zayıf kalabileceği unutulmamalıdır. Kısacası, öncü göstergelerdeki V hareketinin ekonomide ancak U tipi toparlanma getirmesi öngörümüzü koruyoruz.

Diğer taraftan, ekonomi yönetiminin kapsamlı bir orta-uzun vadeli program açıklamak veya bunun yerini alacak bir IMF anlaşmasına gitmek yerine, daha önce açıklanan tedbir paketlerine yenilerini eklemeye devam etmesinin, kısa vadede ekonomik aktivite açısından riskleri yukarı yönlü duruma (olumlu anlamda) getirdiğini de belirtmeliyiz. Geçici vergi indirimlerinin uzatılması ve istihdama yönelik düşünülen yeni önlemler, zaten üretimden önce geçen yıl son çeyrekte dibe vurarak toparlanma eğilimine giren iç talebin daha da güçlenmesine yardımcı olacaktır. Ancak, hem geçici önlemlere sağlanan bu toparlanmanın kalıcı bir eğilime dönüşmesi zor görünürken, hem de kısa vadeli bu faydanın bozulan bütçe dengeleri kanalıyla orta-uzun vadeli büyüme görünümü üzerinde olumsuz yansımaları görülebilecektir. Buradaki itirazımızın önlemlerin alınmasına değil, iyi önceliklendirilmemesine, bütüncül bir yaklaşımla uygulanmamasına ve ileride işler düzelince nasıl telafi edileceğinin yol haritasının çizilmemesine olduğunu ise, bir kere daha vurgulamalıyız.

Not: Bu yazımız 5 Haziran tarihli Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

4 Haziran 2009 Perşembe

IMF'den Cotarelli Seminer için Türkiye'de

TUSIAD - Koc Universitesi Ekonomik Arastirma Forumu

SEMINER

“MALIYE POLITIKASI VE KURESEL KRIZ”

CARLO COTTARELLI
IMF Mali Isler Bolumu Direktoru

9 Haziran 2009, Sali, 10:30 - 12:00

Koc Universitesi, Anadolu Medeniyetleri Arastirma Merkezi, Beyoglu, Istanbul Istiklal Caddesi, Nuru Ziya Sokak, No.5, 34433 Beyoglu. Tel: (212) 393 6000

Katiliminizla ilgili olarak 8 Haziran Pazartesi gunu 17:00'ye kadar Serap Ozince’ye
(sozince@tusiad.org) yanit vermenizi rica ediyoruz.

*******************************************************
Onemli Not: Gecmiste IMF Türkiye Masası Şefi gorevi yapmis bir ekonomist olarak Türkiye ekonomisini iyi bilen Carlo Cottarelli bu seminerinde Turkiye ozelinde degerlendirmelerde bulunmayacaktir.

*******************************************************
* Seminer dili Ingilizce'dir. Ingilizce-Turkce simultane ceviri yapilacaktir.
*******************************************************

2 Haziran 2009 Salı

Medya'da Bizden Alıntılar

Ekonomilerde U Dönüşü başlıklı aylık değerlendirmemiz Tevfik Güngör'ün Dünya Gazetesi'ndeki yazısını oluşturmuş.

Bütçede açık vererek kalıcı büyüme sağlanmaz..

Değerlendirmemize geçmeden önce lütfen Bernanke'nin Washington Post'ta çıkan mali sürdürülebilirliğe ilişkin kısa yorumunu okuyun...

A large budget deficit will result in a sustained economic crisis, Federal Reserve Chairman Ben Bernanke said in congressional testimony. While acknowledging that Congress and the Obama administration were using the deficit to address short-term problems, Bernanke warned that "unless we demonstrate a strong commitment to fiscal sustainability in the longer term, we will have neither financial stability nor healthy economic growth." The deficit is expected to double to more than 82% of the U.S. economy by the end of the next decade.

Türkiye’nin kısa vadeli sapmaları ileride telafi edecek kapsamlı bir orta vadeli mali program açıklaması ve/veya IMF ile yeni bir program üzerinde anlaşması geciktikçe bütçe ve borç stoku üzerindeki risklerin artmakta olduğunu uzun süredir vurgulamaktayız. Bu bağlamda geçen haftanın yeni gelişmelerinin bu riski belirginleştirdiğini izledik. Bunlardan ilki, doğrudan bütçe açığını artıracak ve belediyeleri finansman açısından rahatlatacak olan yeni düzenlemeydi. Buna göre, belediyelerin genel bütçe vergi gelirleri üzerinden ayrılan paylarından vergi ve sosyal güvenlik primi gibi borçlarına karşılık Mayıs, Haziran, Temmuz ve Ağustos aylarında kesinti yapılmaması kararı alındı. Daha önce 2007 ve 2008’de de kısa dönemli tekrarlanan bu düzenlemenin bütçe açığını 1.2 mlr TL civarında artırması bekleniyor. Bu yılın başında belediyelere ayrılan gelir payının artırılması bile IMF ile problem alanlarından birini oluştururken bir de belediye harcamalarını artıracak bu yeni düzenlemenin yapılması işleri daha da karıştıracak gibi görünüyor. İkinci düzenleme ise, doğrudan bütçe açığı üzerinde olmasa da borç dinamikleri açısından olumsuz yansımaları olması beklenen yeni özel tertip Devlet İç Borçlanma Senedi (DIBS) ihracı kararıydı. Kredi Garanti Fonu’na (KGF) 1 milyar TL kaynak aktarmak için oluşturulan tasarıya verilen önerge ile TMO’ya 2.57 milyar TL kaynak aktarımını sağlayan düzenleme eklendi. Tasarı ile TMO Genel Müdürlüğü 2009 yılı finansman açığının karşılanması için Hazine Müsteşarlığı’nca ikrazen özel tertip devlet iç borçlanma senedi ihraç edebilecek.

Bilindiği gibi, bu tip tahvil ihraçları nakit-dışı ihraçlar olarak nitelendiriliyor ve Hazine’nin nakit bazlı bütçe dengesi veya Maliye’nin bütçe dengesi üzerinde bir etkisi olmazken, buna karşılık iç borç stokunun yükselmesini getiriyor. Bu enstrümanlar 2001 krizi sonrasında bankacılık sektörünün yeniden yapılandırılması sırasında yoğun olarak kullanılmış ve kamu bankaları ile TCMB’ye yüklü boyutlarda verilmişti. Bu ihraçlar kamu bankalarına kriz öncesi oluşan görev zararlarına istinaden verilirken, TCMB’ye de verilmesi gereği Bankanın diğer bankalardan nakit karşılığı tahvil alımı yapması (sermaye enjeksiyonu) nedeniyle oluşmuştu. Eski verilere yeniden baktığımızda, 2001 sonunda nakit-dışı borç stokunun 49.5 mlr TL’ye ulaştığını böylece iç borç stokunu yeni milli gelir serisine oranla % 79’a fırlattığını ve borç sürdürülebilirliği endişelerini körüklediğini hatırladık. Bugün ise söz konusu nakit-dışı stok Nisan sonunda 25.9 mlr TL’ye kadar gerilemiş ancak önemli bir kısmı halen tasfiye edilemediğinden bu dönemde borç stokunun oransal olarak daha belirgin gerilemesine engel olmuştur. TMO ihraçları eğer diğer kurumlara da yaygınlaşırsa ne yazık ki bize o günleri daha fazla hatırlatmaya başlayacaktır. İç borç stoku verilerinin ayrıntılarına baktığımızda, bu son ihraç öncesinde de, TMO'ya "görev zararı" ve "sermaye" için 4.3.2009 tarihinde 1 yıl vadeli yaklaşık 1 mlr TL’lik senet ihracı gerçekleştirildiği; ancak aynı ay içinde söz konusu senedin tamamının erken itfa edilerek TMO’ya nakit olarak aktarıldığı izlenmektedir.

Yukarıda bahsettiğimiz iki düzenlemenin farklı etkilerini tespit etmiş olsak da, nihayetinde bu doğrultuda alınan kararların, hele ki yukarıdaki örnekteki gibi nakit-dışı riskler nakde dönüşürse, Hazine’nin daha fazla borçlanması olarak sonlanacağı, açıktır.

Not: Bu yazı 2 Haziran'da Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.