26 Haziran 2009 Cuma

Dibi tartışmayı bırak, toparlanmanın gücüne odaklan...

Yıla girerken ekonomik görünüme ilişkin çizdiğimiz tabloda, krizin yaralarını sarma yılı olmasını beklediğimiz 2009 yılının en önemli bilinmeyenini nasıl saptadığımızı hatırlatmak istiyoruz. Bize göre, ekonomik aktivitede dibin görülüp görülmeyeceğinden çok "toparlanmanın hangi güçte olacağı" daha önemli olacaktı. Zira, zayıf bir iyileşme süreci olarak nitelendirilebilecek U tipi toparlanma ile ekonominin hızla kriz öncesi noktaya geri dönmesine imkan veren V tipi toparlanmanın, sektörlere ve piyasalara yansıması arasında büyük farklar olacaktı. Temelinde konut fiyatlarında aşırı şişkinlik ve kredilerde hızlı genişleme gibi her biri başlı başına bile büyük dengesizlikler olan bir küresel resesyondan hızlı bir şekilde çıkılması bize pek olası gelmediğinden, baz senaryomuzda U tipi bir toparlanmayı esas almıştık.

Toparlanma abartılmamalı
Nitekim, öncü göstergeler hızla yükselirken bunun beklenen bir gelişme olduğunu, bu canlanmayı çok da abartmamak gerektiğini, kısa vadedeki bu ilk toparlanmayı gelecek döneme olduğu gibi yansıtmanın hiç de sağlıklı bir yaklaşım olmayacağını, kısacası bunun reel ekonomide ancak yavaş bir toparlanma getirebileceğini ısrarla vurguladık. Yılın ilk yarısını tamamlamaya yakın olduğumuz bugünlerde, özellikle mart ayından itibaren ekonomilerde en kötü noktanın geride bırakıldığının anlaşılmasıyla yaşanan haklı coşkunun piyasaları taşıma gücünde azalma izlemekte, ekonomik aktiviteye ilişkin verilerin hafif şiddette olsa da yeniden olumsuz sürprizler yaşatmaya başladığını gözlemekteyiz. Bu ise, öncü göstergelerdeki hareketin de yansıttığı üzere, beklentilerin önemli ölçüde iyileştiği, hatta aktiviteye ilişkin gerçek verilerin yansıttığı eğilimin bile üzerine çıktığı anlamına gelmektedir.

Geçiş dönemi içindeyiz
Borsalarda üç ayı bulan kesintisiz ve güçlü yükseliş eğilimini zayıflatan ve haziranda ufak bir düzeltme getiren bu dengesizliğin beklentilerin bir miktar aşağı çekilmesiyle giderilmesini, bu sağlıklı gelişmenin en azından daha fazla düşüşü engellemesini bekleyebiliriz. Bu dengeleme hareketi borsalara bu şekilde yansırken, özellikle ABD uzun vadeli tahvil faizlerini yüzde 4'e kadar yükselten hareketin de güç kaybetmesine neden olmuştur. Ancak tüm bu gelişmeler bir geçiş dönemi içinde olduğumuz gerçeğini değiştirmemiştir. Daha önce de belirttiğimiz gibi, ekonomik döngünün toparlamadan genişlemeye doğru gideceği evrenin başlarında olduğumuzu düşünüyoruz. Bu yönelim belirginleştikçe, borsa ve bono piyasasındaki kararsız hareketlerin tahviller aleyhine netleşmesini bekliyoruz. Bu kaçınılmaz görünen faiz yükselişinin ekonomilerdeki toparlanmayı olumsuz etkilemesinden endişe edildiğinin ve bu hareketi olabildiğince geciktirmeye ve sınırlandırmaya çalışıldığının farkındayız.

Ancak, gelişmiş ülkelerin gevşek para politikasının son noktası olan niceliksel gevşeme (merkez bankalarının tahvil alımları) süreçlerinden çıkış stratejilerini oluşturmaları gerektiğinin sıkça konuşulduğu bir ortamda, bunun uzun bir süre geciktirilebileceğinden emin değiliz. Bu alanda algılamayı etkileyebilecek ilk işaretin ABD Merkez Bankası'dan (FED) alınması beklenmektedir. Bu bağlamda, 24 Haziran tarihli FOMC toplantısı önemli görünüyordu. Söz konusu toplantıda politika faizi beklendiği gibi yüzde 0,0-0,25 aralığında bırakılırken, ekonomik görünüme ilişkin değerlendirmelerde hafif bir iyileşme izlendi. Ekonomik aktivitedeki daralmanın yavaşladığı değerlendirmesinde bulunan FED, enflasyon üzerindeki aşağı yönlü risklere yaptığı vurguyu da azalttı.En çok merak edilen, tahvil alım programı ve faizin seyrine ilişkin değerlendirmeleriydi ki FED bu iki alanda da değişikliğe gitmedi. Yani faizin uzun süre düşük kalacağını yinelerken, tahvil alım miktarını da değiştirmedi. Özetle, iki ay önceki toplantıya göre büyük bir değişiklik gözlenmese de, FED'in büyüme ve enflasyonda riskleri bir miktar yukarı görmeye başladığı gibi bir algılamanın oluştuğu izlenmektedir. Ancak henüz niceliksel gevşemeden bir çıkış stratejisinden bahsedilmemesi, vadeli işlemlerde 2010 yılının ilk çeyreğine kadar faizlerde bir değişikliğe gidilmemesi beklentisini değiştirmedi. Sonrasında ise faizin yıl sonuna kadar yaklaşık 150 baz puan artırılacağının fiyatlandığını hesaplıyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder