19 Ocak 2016 Salı

Sadeleşmenin rafa kalkıp kalkmadığı, ancak Enflasyon Raporu'nda belli olur

TCMB bugün gerçekleştirdiği Ocak ayı Para Politikası Kurulu toplantısında, beklendiği gibi tüm faiz oranlarını sabit tuttu. Toplantıda bir hafta vadeli repo faizi %7.50, borçlanma faiz oranı %7.25, borç verme faiz oranı %10.75 ve piyasa yapıcılarına uygulanan oran %10.25 seviyesinde sabit bırakıldı. Karar öncesi gerçekleştirilen anketler ekonomistlerin büyük çoğunluğu politika faizi ve faiz koridorunun diğer parametrelerinde bir değişiklik beklemediğini yansıtırken, TCMB Beklenti Anketi’nde de cari ay politika faizine ilişkin medyan beklenti %7.50 ile benzer bir görünüme işaret ediyordu. Ayrıca, önümüzdeki dönemde (6 ay içinde) toplam artışa ilişkin daha önce 100 baz puan olan beklentinin 50 baz puana indiği görülmüştü.

Sadeleşme tamamen rafa kalkmış da olabilir, Enflasyon Raporu’nda bu konu netlik kazanacaktır. Bilindiği gibi, TCMB Ağustos ayında açıkladığı “Küresel Para Politikalarının Normalleşme Sürecinde İzlenecek Yol Haritası” kapsamında, küresel para politikalarının normalleşmeye başlaması ile faiz koridorunun bir hafta vadeli repo ihale faiz oranı etrafında daha simetrik bir hale getirileceğini ve daraltılacağını açıklamıştı. Piyasa ise bu mesajı, Fed’in faiz artırımlarına başlamasını takiben TCMB’nin de harekete geçeceği şeklinde okumuştu. TCMB, bu beklentiyi Aralık toplantısında karşılamazken, toplantı özetlerinde; oynaklıklarda gözlenen düşüşün kalıcı olması halinde önümüzdeki toplantıdan itibaren para politikasında sadeleşme adımlarına başlanabileceğini ve sadeleşme kapsamında atılacak adımların niteliğinin ve hızının küresel ve yurt içi piyasalardaki oynaklıkları etkileyen unsurlara bağlı olacağını belirtmişti. Ancak, söz konusu cümlenin bu toplantı karar metninde yer almadığı görülürken bunun yerine “Kurul, ayrıca yılın başından itibaren artan küresel oynaklığı ve Ocak Enflasyon Raporu öngörülerini değerlendirmiştir” denmekte ama ne gibi bir sonuca varıldığına ilişkin bilgi verilmemektedir. Bu ise, sadeleşmenin tamamen rafa kalktığı anlamına gelebileceği gibi, gelecek haftaki Enflasyon Raporu sunumu sırasında bu konuda ek bilgi verilebileceği anlamına da gelebilir. Zaten, mevcut ortamda oynaklıklarda azalışın kalıcı olmasını çok zor gördüğümüzden, oynaklık gerekçesinin yeni ertelemelere kapıyı ardına açık tuttuğunu düşünmekteyiz. Ayrıca, Ankara yatırımcı toplantılarında atılacak adımların arasında üst bandın aşağı çekilmesinden bahsedilmesiyle beraber, bu opsiyonun mevcut şartlarda zorlanması durumunda sadeleşmeden beklenebilecek faydayı azaltacağını ve TL açısından olumsuz bir gelişme olacağını düşünmeye devam ediyoruz.

Para politikasında “sıkı duruş” vurgusu korundu, kararlar enflasyon görünümüne bağlı olarak alınacak dendi. Kurul, mesaj cümlesi olan “Önümüzdeki dönemde para politikası kararları enflasyon görünümüne bağlı olacaktır. Enflasyon beklentileri, fiyatlama davranışları ve enflasyonu etkileyen diğer unsurlardaki gelişmeler dikkate alınarak para politikasındaki sıkı duruş sürdürülecektir.” paragrafını ise bu toplantıda da aynen korudu. Hatırlanacağı gibi, TCMB’nin, Ekim ayı Enflasyon Raporu’nda %7.9 olarak güncellediği 2015 tahmini TÜFE’nin yılı %8.8 kapaması ile yine tutmamıştı. Aynı raporda %6.5 olarak verilen 2016 tahmini ise yeni OVP’de %7.5 olarak belirtilmişti. TCMB bu tahmine ilişkin nihai görüşünü 26 Ocak’ta açıklanacak yeni Enflasyon Raporu’nda aktaracaktır. En son Beklenti Anketinde ise yılsonu TÜFE tahmini %8.19 olurken, gelecek 12 ay (%7.92) ve 24 ay (%7.12) TÜFE beklentileri hem tarihsel olarak yüksek seviyelerde kalmış hem de TCMB’nin hedef ve tahminlerinden uzaklaşmaya devam etmiştir.

Artan maliyetlere ve ücret gelişmelerine vurgu yapılırken, likidite politikasındaki sıkı duruşun da korunacağı belirtildi. TCMB, önceki toplantıda likidite duruşuna ilişkin kullandığı cümleye “artan maliyet unsurları” ve “ücret gelişmeleri” kavramlarını ekleyerek, “döviz kuru” vurgusunu ise çıkararak tekrarlamıştır. Kurul, artan maliyet unsurları çekirdek enflasyon eğilimindeki iyileşmeyi sınırlamaktadır. Bu çerçevede Kurul, ücret gelişmelerinin ve küresel piyasalardaki belirsizliklerin enflasyon beklentileri ve fiyatlama davranışları üzerindeki etkileri ile enerji ve işlenmemiş gıda fiyatlarındaki oynaklıkları dikkate alarak, gerekli görülen süre boyunca likidite politikasındaki sıkı duruşun korunacağını” vurgulamıştır.

Kurulun temel ekonomik büyüklüklere ilişkin değerlendirmelerinde ufak değişiklikler vardı. Sıkı para politikası duruşunun ve alınan makroihtiyati önlemlerin etkisiyle kredi büyüme hızlarının makul düzeylerde devam etmekte olduğu, dış ticaret hadlerindeki olumlu gelişmeler ve tüketici kredilerinin ılımlı seyri cari dengedeki iyileşmeyi desteklediği aynen tekrarlanırken, yeni cümle olarak “artan jeopolitik risklere karşın Avrupa Birliği ülkelerinin talebindeki artışın ihracat üzerindeki olumlu etkisi sürmektedir”, dendi.

Sadeleşme süreci, eğer bir gün başlarsa, politika faizinin %9.0-9.5 aralığına yükselmesi ile sonuçlanmasını bekleriz. Daha önce de vurguladığımız gibi, sadeleştirmenin, esas olarak, mevcut faiz koridoru kapsamında çoklu faiz uygulamasından yeniden tek faizin ağırlık kazanacağı konvansiyonel para politikası uygulamasına dönüş anlamına geleceğini düşünüyoruz.  Burada varılacak nihai nokta, 1 hafta vadeli repo faizini piyasa açısından tek gösterge haline getirmek ve tüm fonlamayı bu kanaldan sağlamak olacaktır. Varılacak faiz seviyesi ise - TCMB’nin bu değişikliklerin “bir sıkılaşma veya genişleme getirmeyeceği” mesajına istinaden - bankalar açısından bugünkü duruma göre “nötr” olacak bir seviye olmalıdır. Dolayısı ile, kademeli geçiş senaryosunda TCMB bir yandan küçük adımlarla haftalık repo faizini yükseltirken benzer oranlarla faiz koridorunu alt banttan daraltmaya yönelecektir. Tüm fonlama araçları dikkate alınarak hesaplanan efektif fonlama oranının %9.50 seviyesinde olduğu düşünüldüğünde, nihai olarak, politika faiz oranının %9.00-9.50 aralığında ve O/N borçlanma faiz oranının 8.00-8.50% aralığında olabileceğini, koridor üst sınırının ise değişmemesi gerektiğini düşünmekteyiz.

TCMB’nin fonlama maliyetini ne düzeyde oluşturacağı önemli olmaya devam edecek. TCMB’nin, çok uzun süreden beri, bankaların fonlama ihtiyacının tamamını haftalık repo ihaleleriyle karşılamayarak piyasa yapıcısı ve borç verme imkanlarını kullanmaya zorlaması ile fonlama maliyetinin (geçen toplantıdan bu yana ortalaması %8.82) politika faizinin 132 baz puan üzerinde oluşması, ve gecelik faizlerin faiz koridoru üst sınırına yapışık oluşması (son olarak %10.75) sağlanmaktadır. TCMB’nin sıkı likidite politikası duruşunu ve fonlama maliyetini en azından mevcut düzeylerde korumasını beklemekteyiz.



18 Ocak 2016 Pazartesi

ABD Borsaları "Ayı Piyasasına" mı Giriyor?

Küresel ekonomi ve piyasalardaki negatif görünümün Fed’i ne ölçüde etkileyeceği yakın dönem seyir açısından belirleyici olacak. 2016 yılına Çin borsası şoku ile başlayan piyasalarda kan kaybı bir türlü durmuyor. Geride kalan haftada da, petrol fiyatlarının önü alınamayan düşüşünün küresel büyümeye ilişkin endişeleri iyice artırmasının yanısıra, özellikle haftanın son işgünü ABD’den gelen perakende satış verisinin tüketim eğiliminde zayıflığa işaret etmesinin sonucunda satış baskısı yoğunlaştı. Gelişmiş (AC) ve Gelişmekte Olan (EM) piyasalar borsalarının nerdeyse tamamı haftalık bazda %3-5 aralığında kayıpla kapatırken, Çin borsasında düşüş %9’a ulaştı. Petrol ve petrol dışı emtia fiyatlarında düşüş eğilimi hız kesmeden (GSCI emtia endeksi haftalık bazda %9.4 düştü) devam ederken, Brent petrol 30 doların altına kadar geriledi. ABD Doları ise, borsaların fiyatlamaya başladığı senaryonun Fed’in faiz artırım sürecinde ötelemeye yol açabileceği algısı nedeniyle gelişmiş ülke para birimlerine karşı hafif değer kaybı gösterdi. Dolar önde gelen EM para birimlerine karşı ise değer kazanma eğilimini korudu, haftalık değişim ortalama olarak %1 civarında gerçekleşti. Veri açısından fazla yoğun olmayan haftada; işsizlik maaşı başvuruları son 4 haftalık ortalamasında Kasım ortasında başlayan yükseliş devam ederken, imalat sanayi öncü göstergelerinden NY Fed endeksi son yılların en düşük seviyesinde gerçekleşti, perakende satışlar ise Aralık ayında beklentilerin aksine gerileme gösterdi. Mayıs 2015’de tarihi zirvelerini gören ABD borsa endekslerinin son dönemde sert gerileme eğilimine (son 1 ay içinde %10’a ulaştı) girmeleri, piyasa oyuncularının sürekli olarak boğa piyasasından ayı piyasasına geçilip geçilmemekte olduğunu sorgulamalarına yol açıyor. Bu ise, tüm piyasalarda volatilitenin yükselmesi anlamına geliyor. Bu gerçekleşmelerin, her ne kadar kesin yargıya varmak için erken olsa da, Fed’in bu yıl dört kere faiz artışı içeren baz senaryosunu bir miktar zayıflattığı da söylenebilir. Hatta bazı büyük yatırım bankalarının faiz artışı beklentilerini Mart ayından Haziran’a öteledikleri de gözlendi. Fed’in 27 Ocak toplantısında faiz artışını pas geçmesi kesin görünürken, Şubat ayında da toplantısı olmadığı için 16 Mart FOMC toplantısında faizlere ilişkin alınacak kararın baz senaryoların (Fed baz senaryosu yıl içinde 4 artışa piyasa beklentisi ise en fazla 2 ya da 3 artışa işaret etmekte) güncellenmesi açısından da belirleyici olmasını beklemekteyiz. Ocak toplantısında faizlerde değişim beklenmese de, gözler mevcut gelişmeleri Fed’in nasıl değerlendirdiği üzerinde olacaktır. Eğer karar metninde, küresel büyüme veya finansal risklere ilişkin kaygılar dile getirilirse, piyasalar Fed’in faiz artışını öteleyeceği beklentisini daha fazla satın alabilir.

Merkel’in çıkışı sonrası, enflasyondaki zayıf görünüme rağmen ECB’nin değişikliğe gitmesi beklenmiyor. Bu hafta 21 Ocak Perşembe günkü ECB toplantısı öncesi Merkel’in ECB’ye yaptığı “düşük faiz oranlarından çıkış stratejisi açıklanması gerekiyor” çağrısı Draghi üzerindeki baskıyı artırdı. Bu nedenle, enflasyonda beklentilerin altındaki seyre rağmen bu hafta ECB’nin mevduat faizlerinde bir değişikliğe gitmesi beklenmiyor. Oysa, geçen hafta açıklanan Aralık toplantısı özetlerinde, bazı üyelerin mevduat faizlerinde ilave düşüş ve varlık alım miktarını artırma yönündeki görüşlerine yer verilmişti. Kararlarda gerçekten bu doğrultuda olursa, ECB sonrası Euro’da güçlenme devam edebilir. Geçen hafta parite açısından kritik olan seviyenin (50 günlük hareketli ortalama 1.0820) üzerinde kalınması ve 1.09’un üzerine doğru hareketlenilmesi nedeniyle, 1.0800-1.1050 aralığı yine geçerli olacaktır.

Veri açısından yoğun olan haftada, ABD’de enflasyon ve Euro Bölgesinde öncü PMI endeksi öne çıkacaktır. Yukarıda bahsettiğimiz fiyatlamalar açısından, 18-22 Ocak haftasında açıklanacak çok sayıda veri bulunmaktadır. ABD’de, Pazartesi piyasalar kapalıyken, Carşamba günü açıklanacak olan Aralık ayı enflasyon gerçekleşmesi ve hafta içindeki konut satışlarına ilişkin veriler öne çıkmaktadır. Euro Bölgesi’nde ise Cuma günü Ocak ayı öncü PMI endeksi büyüme görünümü açısından ilgi çekecektir. Bu bağlamda, küresel piyasaların bu hafta verilere hassasiyetinin artmasını bekleriz.


İran’a yaptırımların kaldırılması petrol fiyatlarında ilave bir baskı unsuru olabilir. Piyasaların normal işleyişine ait olan yukarıdaki değerlendirmelerimiz dışında, jeopolitik riskler açısından, İran’ın nükleer programa uyumu sonrası ABD, AB ve BM tarafından uygulanan uluslararası yaptırımların kademeli olarak kaldırılması kararı, kısa vadede petrol fiyatları açısından yeni bir baskı unsuru uzun vadede ise bölge ve dünya dengeleri açısından yeni bir dönüm noktası olarak kaydedildi. Bu hafta ayrıca 25 Ocak’ta Cenevre’de gerçekleşecek Suriye barış görüşmeleri yakından izlenecektir.

15 Ocak 2016 Cuma

Bütçe hedefleri gider artırıcı kararların yoğunluğu dikkate alındığında iddialı duruyor.

Bütçe dengesi, Aralık ayında geçen yılın aynı ayının çok üzerinde açık verdi. Merkezi Yönetim Bütçesi Aralık’ta 17,2 milyar TL açık verirken geçen yılın aynı ayının (11.3 mlr TL) çok üzerinde gerçekleşti, ancak yine de bütçe dengesi 2015 yılı tamamında 22,6 milyar TL açığa doğru iyileşti. Geçen yıl ise 23,4 milyar TL açık verilmişti, iyileşmede önemli etkenlerden biri ise 2014’de bütçeye özelleştirme geliri olarak 7,7 milyar TL kaydedilirken 2015 yılında 10,8 milyar TL’ye ulaşılması oldu. Ekim ayında açıklanan OVP’de bu yıl için gerçekleşme tahmini 24,5 milyar TL açığa (GSYH’ya oranla %1.3) yükseltilmişti. Ocak’ta yenilenen OVP’de ise bütçe açığının 22,6 milyar TL gerçekleştiği bilgisi verilmişti.

Faiz-dışı bütçe dengesi de geçen yılın aynı ayından daha yüksek açık verdi. Faiz giderleri hariç bütçe dengesi Aralık ayında 15,4 milyar TL açık verirken, geçen yılın aynı dönemine (9,9 milyar TL açık) göre olumsuz bir gerçekleşmeye işaret etti. Ancak, Ocak-Aralık döneminde verilen fazla 30,4 milyar TL ile 26,5 milyar TL’lik geçen yıl performansının üzerinde oluştu. Ekim’deki OVP’de 2015 yılı gerçekleşme tahmini 29,5 milyar TL’ye (GSYH’ya oranla %1.5) indirilmişti. Ocak’ta ise 26,5 milyar TL gerçekleştiği bilgisi verilmişti.

Aralık ayında bütçe giderlerindeki artış hızı gelirlerdeki artışın üzerinde ancak yılın tamamında altında gerçekleşti. Aralık ayında bütçe gelirleri geçen yılın aynı dönemine göre %8.1 artarak 41,6 milyar lira, bütçe giderleri ise %16.3 oranında artarak 58,8 milyar lira olarak gerçekleşti. Ocak-Aralık döneminde ise; bütçe gelirleri %13.6 artışla 483,4 milyar TL ve bütçe giderleri ise %12.8 artışla 506,0 milyar TL düzeyinde oluştu. Yeni açıklanan OVP’de bütçe gelirlerinin 2016 yılında %11.9 artışla 540,8 milyar TL’ye, bütçe giderlerinin ise %12.8 artışla 570,5 milyar TL’ye ulaşması öngörülüyor. Milli gelire oranla ise; gelirlerin önceki yıl gerçekleşen %24.6 seviyesinden %24.5’e gerilemesi, harcamaların ise %25.8’den %25.9’a yükselmesi bekleniyor.

Vergi tahsilatı Aralık’ta yıllık bazda %12.6 artış gösterirken, KDV yıllık bazda geriledi, iç talebi en iyi yansıtan vergilerde artış ise sınırlı oldu. Yurtiçi ekonomik aktivitedeki gelişmeleri iyi yansıtan vergilerden, dahilde alınan KDV, Aralık ayında geçen yılın aynı ayına göre %3.5 düşerken, iç talebi daha iyi yansıtan ÖTV gelirlerinde ise artış %13.7 ile daha yüksek oldu. Dolayısı ile, ekonomik aktivite ve özellikle iç talep açısından karışık bir görünüm sergiledi.

2015 yılında bütçe açığının GSYH’ya oranı %1.2 seviyesine gerilerken, faiz dışı fazla %1.5 seviyesinde yatay kaldı. 2014 yılında bütçe %1.3 açık verirken, faiz dışı fazla %1.5 seviyesinde oluşmuştu. Son 12 aylık bütçe açığının ve faiz dışı fazlanın GSYH’ya oranı ilk aylarda görülen bozulma eğiliminden sonra Nisan ayında TCMB kar transferi ve Haziran ayında özelleştirme geliri kaydı, Ekim sonunda ise lisans bedeli tahsilatı ve faiz gider azalışı sayesinde nedeniyle belirgin iyileşmişti, yıl sonunda ise sırası ile %1.2 ve %1.5 seviyesinde oluştuğunu hesaplamaktayız.


OVP’nin 2016 yılı bütçe hedefleri gider artırıcı kararların yoğunluğu dikkate alındığında iddialı duruyor. Yeni OVP’de 2016 yılı Merkezi Yönetim Bütçesi için belirlenen büyüklüklerin (bütçe açığı ve faiz-dışı fazlanın GSYH’ya oranla sırası ile %1.3 ve %1.2 seviyelerinde gerçekleşmesinin öngörüldüğü yani 2015 yılına göre sınırlı bir bozulma tablosu çizildiği görülmüştü) öncelikle yakında TBMM’de görüşülecek yeni bütçe tasarısında nasıl şekilleneceğini görmemiz gerekiyor. Ancak, bu şekliyle kalırsa hedeflerin çok iddialı olduğunu söylememiz de gerekmekte. Sadece, asgari ücrete yapılan ayarlamadan Hazine’nin üstlendiği yükün yaklaşık 10 milyar TL ve son torba yasadan kaynaklanan maliyetin yine 10 milyar TL civarı olduğu bilgisi dikkate alınsa bile, giderlerin OVP sınırları içinde tutulması zor görünmektedir. Buna karşılık, Ocak ayındaki alkollü içki-tütün ÖTV ayarlamalarından ek gelir beklentisi sınırlı durmaktadır. Ancak, 2016 yılında devam etmesi beklenen 4.5G lisans bedeli tahsilatlarının bütçe gelirlerine katkı yapması beklenebilir.

İşsizlik oranı yönünü tekrar yukarı çevirdi, asgari ücret şoku da bu eğilimi güçlendirebilir

TÜİK verilerine göre Ekim ayında işsizlik oranı %10.5’e yükselirken, tarım-dışı işsizlik oranı da %12.6’ya çıktı. Türkiye genelinde işsiz sayısı 2015 yılı Ekim döneminde geçen yılın aynı dönemine göre 104 bin kişi artarken, işsizlik oranı ise geçen yılın aynı ayından 0.1 puan yüksek gerçekleşti. Tarım dışı işsizlik oranı da geçen yıldan 0.1 puan yukarıda oluştu. Önceki ay ise aynı oranlar sırası ile; %10.3 ve %12.4 düzeyindeydi. İşsizlik oranındaki artışın mevsimselliğin gerektirdiği yönde (artış) ancak daha yüksek boyutta gerçekleştiğini görüyoruz. Öte yandan, özellikle iç talebin seyri açısından önemli bir gösterge olarak izlediğimiz istihdamın yıllık artış hızının %2.7’ye ve tarım-dışı istihdamın yıllık artış hızının %3.1’e indiğini görmekteyiz ki, manşet verilere göre bir miktar daha olumsuz bir tablo çizmektedir.

İşsizlik ham verilerini sağlıklı değerlendirmek için dikkate almamız gereken bazı özellikler bulunmaktadır. Mevsim etkilerinden arındırılmamış verilerin tarihsel gelişimine bakıldığında, genellikle işsizlik oranının yılın en düşük noktasını Haziran ayında gördüğü, bu ayı takiben de Şubat ayına kadar yükseliş eğilimine girdiği bilinen bir gelişmedir, yani mevsimsellik söz konusu oranların gelişiminde önemli bir belirleyici olmaktadır. Bu nedenle işsizlik oranındaki yükselişin, mevsim etkilerinden arındırılmış verilerde gözlenip gözlenmediği trend açısından daha önemli bir unsur olmaktadır. Buna karşılık, istihdamın ekonomilerin gerek genişleme gerekse daralma dönemlerinde ancak bu döngü belirli bir olgunluğa ulaştıktan sonra belirgin değişim gösteren bir üretim faktörü olması bu verinin öncü bir gösterge olmaktan çok, ekonomik aktivitedeki değişimlerin hanehalkı üzerindeki etkilerini gecikmeli olarak yansıtan bir veri olduğunu unutmamamızı da gerektiriyor.

Mevsimsellikten arındırılmış işsizlik oranı %10.6’ya çıkarak son 11 ayın en yüksek seviyesinde, tarım-dışı işsizlik oranı da %12.7’ye ulaştı. Mevsimsellikten arındırılmış işsizlik oranı tarihi düşük seviyesini %8,1 ile Haziran 2012’de görmüş ve uzun süre yatay seyrettikten sonra 2013 yılında %9’a yükselmiş, bu döngüde gördüğü en yüksek seviye 2014 yılı Kasım ayında ulaştığı %10.6 olmuştu. Takip eden 5 aylık gerilemeden sonra ise Mayıs-Haziran artışlarıyla %10.4’e ulaşmıştı. Ekim’de ise 0.2 puanlık artışla yine %10.6’ya vardı. Öte yandan, mevsimsellikten arındırılmış verilerde trend açısından istihdamdaki aylık değişimlerin daha fazla bilgi içerdiğini düşünüyoruz. Bize göre, aynen ABD verilerini piyasaların izlediği gibi, Türkiye’de de mevsimsellikten arındırılmış tarım-dışı istihdam aylık değişimi takip edilmelidir. Bu şekilde bakıldığında, Türkiye ekonomisinde 2012-2013 yıllarında aylık ortalama 70 bin kişilik güçlü sayılamayacak bir tarım-dışı istihdam yaratılmış, benzer şekilde 2014 yılında ortalama aylık artış 78 bin kişiyle önceki iki yıla yakın gerçekleşmişti. Bu yıl ise, tarım-dışı istihdamda, ilk çeyrekte ortalama aylık 52 bin kişilik zayıf artıştan sonra ikinci çeyrekte ortalama aylık 55 bin kişilik ve üçüncü çeyrekte ise ortalama 62 bin kişilik istihdam artışı ile toparlanma gözlenmişti. Yılın son çeyreğine ise 54 bin kişilik daha sınırlı artışla başlandı. Diğer taraftan, mevsimsellikten arındırılmış işgücüne katılım oranı %51.5 ile 0.1 puan gerilerken, bir yandan işsizlik oranındaki artışı sınırlayan bir etken olarak çalışırken, bir yandan da iş bulma ümidinin azaldığını düşündüren bir gelişme olmuştur. 

Tarım-dışı istihdam artışında hizmetler sektörü lokomotif olmayı sürdürüyor, sanayinin katkısı ise çok sınırlı. Tarım dışı sektörlerde istihdam edilenlerin sayısında bir önceki yılın aynı dönemine göre gözlenen 616 bin kişi artışın, 565 bini hizmetler sektörü ve 41 bini inşaat sektörü kaynaklı olurken, sanayi sektöründe 10 bin kişilik daha sınırlı istihdam artışı gözlenmiştir. Bu görünüm hiç de şaşırtıcı değildir, GSYH verilerine göre hizmetler sektörü 2014’de %4.1 büyüdükten sonra bu yıl ilk 9 aylık dönemde %4.4 oranında büyüme göstermiştir.


İşgücü piyasasında bozulma eğilimi tekrar başlamış görünürken, yüksek asgari ücret artışının olumsuz yansımaları 2016’da bu eğilimi güçlendirebilir. 2014 yılında büyüme %2.9 ile potansiyel büyüme oranının altında kalmış, bu yılın ilk üç çeyreği sonunda ise sınırlı bir hızlanma ile %3.4 gibi beklentilerin üzerinde ancak halen yetersiz bir büyüme hızıyla devam edilmektedir. Ayrıca, büyümenin tarım-dışı sektörlerde (özellikle sanayi) daha zayıf kaldığı da gözlenmektedir. Asgari ücrette gerçekleşen yüksek artışın, her ne kadar maliyetin bir kısmı Hazine tarafından yüklenilse de, istihdama olumsuz yansıma riski 2016’da etkisini gösterebilir.