Dünya genelinde ekonomilerde toparlanma güç kazandıkça, bu kez enflasyon endişelerinin öne çıkmasını normal karşılamalıyız. Merkez bankalarının yapı itibariyle ekonomik toparlanma konusunda piyasalardan daha temkinli olduğunu ve zayıf seyreden ekonomik toparlanmanın belini kırma riskini almaktansa, enflasyonun hafif kontrol dışına çıkmasına izin vermeyi tercih etmelerini de beklemeliyiz. Ancak bu genel kuralın her ülke için geçerli olmayacağından hareketle, para politikalarında ayrışmanın bu yılın önemli piyasa temalarından biri olacağını düşünmekteyim. Türkiye ise, ekonomik aktivite olarak krizden daha fazla etkilenen ve sonrasında daha yavaş toparlanan ülkeler arasında yer aldığından, faizleri mümkün olduğu sürece düşük tutma eğilimi içinde olacak ülkeler arasında yer alacaktır. Hafta içinde yayınlanan 2010 yılının ilk Enflasyon Raporu’ndaki tahmin ve değerlendirmeler, Merkez Bankası’nın da böyle düşündüğünü yansıtmıştır. Ancak bu aşamada niyet ve temenni olarak algılanabilecek bu öngörülerin ne ölçüde geçerli olacağı, daha çok bu süreçte beklenti yönetiminin başarısına bağlı olacağa benzemektedir. Merkez Bankası da, 2006 türbülansında kur şoku nedeniyle enflasyon beklentilerinin hızlı bozulması ve 2008 yılında enerji-gıda fiyatlarındaki sert yükselişin enflasyon hedeflerini yukarı revize etmek zorunda bırakması gibi acı deneyimlerinden önemli dersler çıkarmış olarak, bu zorlu döneme bizi hazırlamaya çalışmaktadır. Nitekim, ilk olarak kısa vadeli enflasyon tahminlerini yukarı çekerken, yükselişi geçici gördüğünü, temel eğilimlerde önemli bir bozulma beklemediğini ve 2011 ve sonrasında orta vadeli hedeflere yakınsama öngördüğünü vurgulamıştır. Sayısal olarak ifade edersek, 2010 sonu için TÜFE tahmini 1.5 puan artışla % 6.9’a çıkarken, 2011 yıl sonu tahmini % 5.2’ye sınırlı bir şekilde yükselmiş, 2012 tahmini % 4.9 ile orta-uzun vadeli enflasyon hedefinin (% 5) altında belirlenmiştir.
Merkez Bankası’nın ikinci hamlesi ise, Türkiye’de işlenmemiş gıda fiyatlarındaki yüksek oynaklığa ve 2010 yılında aleyhte çalışacak baz etkilerine özel analizlerle dikkat çekerek, enflasyondaki muhtemel dalgalanma içinde perspektifin kaybolmamasını sağlamak olmuştur. Buna karşılık, yılın ilk aylarında beklenen sert yükseliş başlamadan dahi enflasyon beklentilerinin yükselişe geçtiği izlenmektedir. Merkez Bankası’nın iki haftada bir yayınladığı Beklenti Anketi’ne göre; yıl sonu TÜFE beklentisi % 7.15’e, 12 ay sonrası TÜFE beklentisi son 3 ay içerisinde 50 baz puan artarak % 6.79’a ve 24 ay sonrası TÜFE beklentisi son 3 ay içerisinde 35 baz puan artarak % 6.54’e ulaşmıştır. Aynı ankette ilk aylara ilişkin tahminler ise TÜFE’nin Ocak’ta % 7.2 ve ilk çeyrek sonunda % 8.4’e çıkacağı anlamına gelmektedir. Ancak, bu hafta Çarşamba günü açıklanacak Ocak ayı TÜFE’sine ilişkin ortalama beklentinin % 1.3 gibi düşük bir düzeyde belirlenmesi kısa vadede enflasyonun yükseleceği seviye açısından risklerin yukarı yönlü olduğunu düşündürmektedir. Çalıştığım kurumda (Fortis Bank) yaptığımız % 2.3 düzeyindeki Ocak ayı tahminimiz daha yılın ilk ayında yıllık TÜFE’nin % 6.5’den % 8.7’ye yükselebileceğine işaret etmektedir. CNBC-e anketinde de, ortalama beklenti % 1.7 ile biraz daha yükselse de, bizim beklentimiz doğrultusundaki bir gerçekleşmenin olumsuz süprize yol açma tehlikesi devam etmektedir. Banka’nın yenilenen tahminlerinde de, kısa vadede yıllık enflasyon % 9’un bir miktar üzerine doğru yükselirken, yılın son çeyreğine kadar da bu seviyelerde kalacağı öngörülmektedir. Biz ise enflasyonun 2010 yılının ilk yarısında % 9.6’ya kadar çıkma riski olduğunu (doğalgaz ve elektrik fiyat ayarlamalarına bağlı olarak) düşünüyoruz. Daha önce de vurguladığımız gibi, enflasyon beklentilerinin mevcut yıllık enflasyon oranı ile oldukça sıkı bir ilişki içinde olması ve uzun vadeli faizlerdeki değişimlerin büyük oranda enflasyon beklentileri ile açıklanabilmesi, başarılı bir beklenti yönetiminin gerek para politikası kontrolündeki kısa vadeli faizler ve ekonomideki genel faiz seviyesi açısından kritik önemini yansıtmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder