26 Ocak 2010 Salı

Mali kural kesinlikle bir cendere değil...

Bütçedeki mevcut eğilimlerin 2010 yılında hem gelirlerde öngörülen artış hem de faiz dışı harcamalarda öngörülen gerileme için ek tedbirlerin alınması gerekli gösterdiğine değinmiştim. Ancak, en az bu analizlerin ortaya koyduğu ek tedbir ihtiyacı kadar önemli bir unsur ise, bu gerekliliğin yerine getirip getirilmeyeceği konusundaki belirsizlikti. Hükümetlerin bu yöndeki iradelerini sadece ekonominin gereklerine bakarak yerine getirmekte zorlandıkları, her zaman kendilerine belirli bir manevra alanı sağlama ihtiyacı içinde oldukları bilinen bir gerçekti. Oysa, burada ortaya konacak öngörülebilirlik ve şeffaflığın para politikasını doğrudan, ekonomide diğer karar alıcıları ise dolaylı olarak etkileyeceğini de bilmekteyiz. Nitekim, bu soruna bir çözüm bulma arayışları, mali kural uygulamalarının ve bu uygulamaları destekleyen mali sorumluluk yasalarının dünyada giderek yaygınlaşmasını getirmiş ve sıra Türkiye’ye gelmişe benzemektedir.

Mali kurala ilk kez Mayıs 2008’deki bir yazımda değinmiş, IMF’nin Türkiye çalışmalarında, harcamalar veya bütçe dengesi üzerine konulacak bir mali kuralın borç indirimine yardımcı olacağını belirttiğini, aktarmıştım. IMF’nin eski programlardaki faiz dışı fazla hedefinin yerini alacak mali kural için tercihinin, borç stoku ile ilişkilendirilerek faiz dışı harcamaların sınırlanmasını içeren bir kural olduğu anlaşılmaktaydı. Faiz dışı harcamalardaki bir türlü kırılamayan artış eğilimi bu tercihi rasyonel gösteriyordu. Buna karşılık, artık sonuna gelindiği anlaşılan mali kural çalışmalarında, kamu açığının hedefleneceğini ve kuralın buradaki gerekli değişimi hesaplayacak şekilde oluşturulacağı (Bknz. Esnek Kredi, Dinamik Bütçe 19 Ocak tarihli yazım) anlaşılmaktadır. Mali kural çerçevesinde, orta-uzun vadede kamu açığının milli gelire oranının, sürdürülebilir bir borç yapısı ile uyumlu bir düzeyde gerçekleşmesi hedeflenmektedir. Yani öncelikle, uzun vadede borç stoku GSYH oranını sürdürülebilir bir seviyede tutacak kamu açığı belirlenecek, sonrasında ise bu hedefe giderken karşılaşılabilecek yıllık sapmaları giderecek bir mekanizma oluşturulacaktır. Kamu açığında yapılacak uyarlamayı belirlerken, ilk olarak bir önceki yıl gerçekleşen açığın orta-uzun vadeli hedefin ne kadar uzağında olduğu dikkate alınırken, dikkate alınacak ikinci faktör konjonktürün etkisi olacaktır. Böylece, kamu açığındaki uyarlama büyümenin uzun dönem ortalamasının üzerinde olduğu yıllarda daha yüksek, altında olduğu yıllarda ise daha düşük olacaktır. Yani mali kural, büyümenin yüksek olduğu yıllarda daha az bir kamu açığına, düşük olduğu yıllarda ise daha yüksek bir açığa izin verecektir. Kural ismi itibarı ile, fazla esnek olmayan bir yapıyı çağrıştırsa da, kamu açığının orta-uzun vadeli hedefine yakınsama hızının ve döngüsel etkiyi yansıtma hızının belirli katsayılarla seçilebilmesi, hedef kamu açığının ve büyüme hızının uzun dönemli ortalamasının serbestçe belirlenebilmesi, mali kuralın önemli esneklikler içerdiğini de düşündürmektedir. Dolayısı ile, mali kurala ilişkin bu parametrelerin seçimi kritik önemde olacaktır.

Babacan’ın bazı ekonomi yazarları ile gerçekleştirdiği toplantıda kurala ve uygulamasına ilişkin bilgiler verildiği, parametrelere ilişkin uygun görülen aralıklardan bahsedildiği anlaşılmaktadır. Benzer şekilde Türkiye’deki bankaların araştırma bölümlerinden seçilecek parametrelere ilişkin görüşler de istenmiştir. Teknik çalışmaların belli bir olgunluğa erişmesini olumlu bulurken, mali kuralın yasal altyapısı, bağlayıcılığı ve gözetimine ilişkin daha fazla netleşmeyi de görmek istiyorum. Bu unsurların eksik kaldığı bir mali kuralın, mali disiplini garanti etmeyeceğini düşünüyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder