Piyasalar IMF anlaşmasını fiyatlamaya devam ederken, IMF belirsizliğinin de devam ettiğini izlemekteyiz. Başbakan’ın bu konuda “olursa olur, olmazsa olmaz” şeklindeki son açıklaması ise kafaları iyice karıştırdı. Bu çelişkili açıklamalar, makro ekonomik baz senaryoların temel varsayımları arasına IMF anlaşması eklenmesini zorlaştırmaktadır. Bu eksikliği ikame etmek için de, en olası şekliyle bir anlaşmanın makro göstergeler üzerindeki etkilerine ilerleyen satırlarda değineceğim. Bazı Bakanlardan gelen, “Türkiye-IMF ilişkilerinde daha esnek anlaşmaların olabileceği, parasal yönü güçlü olan anlaşmalar beklenmemesi” gibi mesajlardan hareketle, en olası görünen sonuç; 2 yıllık bir anlaşma ve 15 mlr dolar civarında (net) bir kaynak aktarımı gibi durmaktadır. Net kaynağı vurgulamakla amacım, Türkiye’nin IMF’ye mevcut durumda 8 mlr dolar civarında kredi borcu olması nedeniyle açıklanacak kredi miktarının brüt olacağına dikkat çekmektir. Örneğin; Türkiye IMF’deki kotasının 10 katı düzeyinde bir anlaşma yaparsa, bunun dolar karşılığı 19 mlr olacak ancak önceki dönemden gelen borç nedeniyle sağlanan taze kaynak 11 mlr dolar düzeyinde olacaktır. Bu durumda, piyasalarda konuşulan 15 mlr dolar rakamı net ise haber etkisi olumlu, brüt ise olumsuz olacaktır. Sağlanacak kaynak ne kadar olursa olsun, ilk etkisi ise Hazine’nin finansman programı üzerinde görülecektir. IMF anlaşması olmaması durumunda % 103 olarak hesaplanan 2010 yılı iç borç çevirme oranı, anlaşma olması durumunda % 96’ya gerileyecek ve 2011 yılı için ise % 84’e kadar düşecektir. Bunun dışında, anlaşmanın en önemli etkisi tüketici ve reel sektör güveni üzerinde gözlenecektir. Somut bir ekonomik program, 2010 ve 2011 için sırasıyla % 5.0 ve % 4.0 olan, piyasa beklentisinden yüksek büyüme tahminlerim üzerinde bile yukarı yönlü riskleri artıracaktır.
Bir IMF anlaşmasının getireceği güven artışı ve beklentilerdeki iyileşmenin senaryolar üzerinde önemli etkisi olacağı açıktır. Bu nedenle, temkinli bekleyiş devam etmektedir. Anlaşma yolunda ilerleme sağlandığı haberi bile, TL’de önceki yıl sonuna göre sepet bazında % 3’e varan değerlenme ve özellikle uzun vadeli tahvil ve swap faizlerinde belirgin düşüş getirmiştir. Bu tür etkiler, anlaşmaya ilişkin daha somut gelişmelerin (heyetin çağrılması gibi) gözlenip gözlenmemesine, mutabakat sağlanacak kaynağın beklentileri karşılayıp karşılamayacağına, sonrasında ise program uygulamalarının rayında gidip gitmeyeceğine bağlı bir seyir gösterecektir. Ekonomi üzerindeki etkilerin ise, daha dolaylı ve daha uzun vadede kendini göstermesi beklenmelidir. Küresel ekonomide toparlanmanın başlaması, risk iştahının güçlenmesi ve kredi koşullarında gözlenen gevşeme ile zaten ilk tepki vermesi beklenen alanlarda (portföy yatırımları, dış ticaret aktivitesi, dış borçlanma imkanları v.b) iyileşmeler izlenmektedir. Güçlü politikalar içeren bir program başlayan bu eğilimleri güçlendirirken, esas önemli katkıyı ise sabit sermaye yatırımlarının yeniden toparlanmaya başlaması ve reel sektörün dış borçlanma imkanlarının artması şeklinde yapabilecektir. Bu iki unsurun, yüksek büyüme için olmazsa olmaz unsurlar arasında yer alması, kredibilitesi yüksek ve güven veren bir programın ekonomi için önemini yansıtmaktadır. Böyle bir program uygulaması altında oluşacak algılama; daha güçlü ekonomik aktivite sayesinde çıktı açığının (mevcut üretimin potansiyel üretimden farkı) daha hızlı kapanması, olağanüstü koşullarda bile % 5’in bile altına inemeyen enflasyon nedeniyle daha yüksek enflasyon beklentisi, daha sıkı bütçe ve daha sıkı bir para politikası gibi unsurların bileşiminden oluşacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder