Türkiye ekonomisinin öncelikli olarak göreceli olarak zayıf seyreden toparlanması nedeniyle faizleri frenleme avantajına sahip olduğu söylenebilir. Ancak tahterevallinin öbür ucundaki enflasyon cephesindeki son gelişmeler bu konuda rehavete kapılınmaması gerektiğini düşündürmektedir. Yüksek seyreden gıda fiyatları ve bütçe açığından doğan enflasyon riskinin realize olmasının, beklentileri bozma ihtimali nedeni ile, Türkiye ekonomisi bu avantajını kaybetme riski ile karşı karşıya bulunmaktadır.
Bilindiği gibi, Merkez Bankası’nın Ekim 2009’da yayınlanan son raporunda, politika faizlerine ilişkin patikanın tarifinde en önemli kısım, faizlerin 2009 yılı içinde düştüğü noktadan 2010 yılı sonuna kadar sabit kaldığı varsayımıydı. Bu doğrultuda, 2009 ve 2010 yılı resmi enflasyon hedefleri % 7.5 ve % 6.5 iken, TCMB’nin enflasyon tahminleri % 5.5 ve % 5.4 olarak açıklanmıştı. Bu bir taahhüt olmasa da, ilk açıklandığı günlerde faizlerin bu kadar uzun süre sabit kalması biraz iddialı bulunmuştu. Son olarak, 17 Aralık tarihli Para Politikası Kurulu toplantısında bu söylemin “faiz oranlarının uzun bir süre düşük düzeylerde tutulması gerekeceği” şeklinde ifade edilerek yumuşatıldığı ve zamanlama konusunda belli bir esneklik kazanıldığı izlenmişti. Diğer taraftan, yukarıda bahsettiğimiz varsayımlara kamu tarafından yönetilen fiyatlar kaynaklı bir dışsal şokun, dahil edilmediğini düşünüyorum. Bu nedenle, Merkez Bankası’nın ilk fırsatta yapacağı iş, 2010 yıl sonu tahminini beklediği ÖTV etkisi (*) kadar yukarı çekmek olacaktır. Bunu 14 Ocak PPK toplantısında veya 26 Ocak’taki Enflasyon Raporu’nda yapabilir. Ancak bundan daha önemlisi, 2010 sonrası için enflasyon tahmininde bir değişiklik yapıp yapmayacağı ve faiz patikasında “uzun bir süre” tanımına bir netleşme getirip getirmeyeceği olacaktır. Aralık enflasyonu ve ÖTV ayarlamaları sonrası yapılan piyasa anketleri, 2010 yıl sonu TÜFE beklentisinin % 6.5-7.0 aralığına yükseltildiğini, faiz artırımının ise 150-200 baz puan aralığında olmak üzere yılın üçüncü çeyreğinden itibaren beklendiğini yansıtmıştır. Enflasyondaki bu görünüme ve faiz artırım beklentilerinin öne çekilmesine rağmen gösterge tahvil getirisinin % 9’un altında seyretmeye devam etmesi ise IMF anlaşması beklentisine (sağlanacak kredinin Hazine borçlanmasını azaltması) bağlanabilirse de, kalıcı olması bu şartlar altında çok mümkün görünmemektedir.
Merkez Bankası’nın tercih edeceği duruş da çok önemli olacaktır. İlk başta, genel fiyatlama davranışlarında bir bozulma gözlenmediğini, hizmet fiyatlarının artış oranının ve diğer temel enflasyon göstergelerinin orta vadeli hedeflerle uyumlu seyrini devam ettirdiğini vurgulayarak, gelen şokun kalıcı olmayacağına ve enflasyonun bir süre sonra orta vadeli hedeflerle uyumlu bir patikaya oturacağına ekonomik aktörleri ikna etmeye çalışacaktır. Ancak, mevcut gelişmelerin, enflasyon hedeflerinin yukarı revize edilmesi ile biten 2008 yılındaki sıkıntılı süreci (TÜFE gıda ve enerji fiyat artışlarıyla hızlı yükselirken çekirdek enflasyon uzun süre düşük seyretmişti) hatırlatması durumunda, bu duruşunda çok da ısrarlı olması beklenmeyebilir. Merkez Bankasına zaman ve manevra alanı kazandıracak unsurlar ise; Birincisi, resmi enflasyon hedefi etrafındaki +/- 2 puanlık belirsizlik aralığı olacaktır ki, TÜFE yılı % 8.5’in altında kapatacak gibi göründükçe bir para politikası tepkisi vermekten kaçınılabilir. İkincisi, Türkiye PMI gibi öncü göstergelerde 2009 yılının ikinci yarısında gözlenen düşüşün ekonomik aktiviteye olumsuz yansıması olabilir. Üçüncüsü, TL’deki değerlenmenin belirginleşmesi olabilir. Sonuncusu ise, dünyada faiz artırım beklentilerinin ötelenmesi olabilir. Kısacası, avantajları ve dezavantajları ile, nereden bakarsanız bakın bir Merkez Bankası açısından yönetilmesi zor bir süreç bizi bekliyor. Ancak, kriz sırasında kredibilitesini önemli ölçüde artırmış, enflasyon hedefini tutturmuş bir Banka ile bu döneme girmenin önemli bir artı olduğunu da unutmayalım. Merkez Bankası’nın aynı erken başlayan faiz indirim sürecinde olduğu gibi, ekonomik aktiviteye en az enflasyon eğilimi kadar ağırlık vererek karar almaya devam edeceğini, gerek aktivitede gerekse enflasyonda baz etkisinden kaynaklanacak olası dalgalı seyrin kafaları karıştırmasına izin vermeyeceğini, düşünüyorum.
(*) Merkez Bankası ÖTV artışlarının fiyatlara yansıtılması durumunda TÜFE’ye etkiyi 1.5 puan düzeyinde beklediğini açıklamıştı. Beklenen etkinin en büyük kısmının ise sigara fiyatlarından gelmesi bekleniyordu. Sigara üreticilerinin rekabet nedeniyle fiyat artışlarını önce geri alması sonra ise tekrar eski yerine getirmesiyle nihai etkinin 1.5 puan olması beklenebilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder