Geçen yıl ortasında 32 sayılı kararda yapılan düzenleme sonrası yurtiçinden döviz kredisi kullanımlarının arttığı, yurtdışı şubelerden kullanımların ise azaldığı biliniyor. Bunun bir çarpıklığı düzelttiğini görüyorum ancak başka bir çarpıklık yarattığı konusunda endişelerim var. Ne demek istediğimi anlatmaya çalışayım. Önceki yazımda da değindiğim gibi, ABD ve Euro Bölgesinde 2009 yılı ilk çeyreğinden itibaren kredi kullandırım şartlarının gevşetildiği ve normal sayılabilecek düzeylere geldiği bilinirken, Türkiye’de özel sektörün uzun vadeli borç çevirme oranlarının düşük seyretmesi şaşırtıcı görünüyordu. Ancak, elimizde bu durumu açıklamaya yardımcı olacak bir önemli karar da vardı. Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 Sayılı Karar’ın dövizli ve dövize endeksli kredilerin kullanılmasına ilişkin hükümlerinde değişikliklerle, 16 Haziran 2009 tarihinden itibaren yurtiçinde bankaların döviz kredisi kullandırması kolaylaştırılmıştı. Bu düzenleme sonrasında, şirketlerin yurtdışı bankalardan kullandığı kredilerin azaldığı ve bunun yerine yurtiçi bankalardan alınan döviz kredilerinin arttığı izlenmişti. TCMB’nin raporlarında, özel sektörün uzun vadeli borç çevirme oranlarında bu durumu dikkate alarak yapılan düzeltmeler sonrasında bu oranın aslında % 100’ün üzerinde seyrettiği ortaya konuluyordu. Zira, bu düzenleme öncesi döviz kredi kullandırımındaki kısıtlar ve vergi-maliyet yükleri bankaları yurtdışı şubeleri üzerinden yurtiçine kredi kullandırımına yöneltiyordu. Bu ise, suni olarak özel sektörün dış borç stokunu yükseltiyordu. Bu şekilde yaklaşık 40 mlr dolar kredi kullandırılırken, bu büyüklüğün Mart sonunda 34.2 mlr dolara gerilediği izleniyordu. Buna karşılık, yurtiçinden kullandırılan döviz kredileri ise aynı dönemde 25 mlr dolardan 35 mlr dolara çıkmış durumdadır.
Yukarıda bu yer değişiminin olumlu bir etkisinden bahsettik ancak bir diğer etki de yurtiçi kredi hacminde kendini gösteriyor olabilir. Kredi büyümesine ilişkin analizlerde yurtdışı şubeler dahil edilmeden kredi artış oranları takip edildiğinden yurtiçine kayan döviz kredisi kullandırımı toplam kredilerdeki büyümeyi olduğundan daha fazla gösteriyor olabilir. Belki de, yıllık artış hızı % 20’leri geçen ve haftalık artış hızı olan % 0.7’nin yansıttığı % 40’lar düzeyindeki artış eğilimine rağmen, Merkez Bankası’nın Enflasyon Raporu’nda “mevcut durumda kredi piyasalarındaki toparlanma hızının, enflasyonist baskı veya finansal istikrar için risk oluşturabilecek düzeyin altında olduğu düşünülmektedir.” demesi ve bu nedenle kriz sürecinde kredi piyasalarına yönelik alınan tedbirlerin (üç aylık repo ihaleleri ve Türk lirası zorunlu karşılık oranlarında indirim) kaldırılmasında acele edilmeyecektir mesajı vermesi, bu değerlendirmeden kaynaklanıyordur.
Sonuç olarak, son iki yazımda değindiklerimi toparlayacak olursam, Türkiye ekonomisinde güçlenen büyüme eğiliminin cari açığın yeniden genişlemeye başlaması olarak kendini göstereceğini, her ne kadar oluşacak finansman ihtiyacının temininde bir sıkıntı öngörmesem de, son dönemde finansman yapısında gözlenen kalite düşüşünün (kısa vadeli sermaye hareketlerinin ağırlığı artıyor) dikkatle izlenmesi gerektiğini, düşünüyorum. En önemli finansman kalemi olan uzun vadeli kredilerde durumun göründüğü kadar kötü olmadığını gösteren faktörler olsa da, burada belirgin bir hızlanma olmadan sabit sermaye yatırımlarının ve büyüme eğiliminin güçlenmesi sınırlı kalacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder