Küresel kur savaşlarının arka planında küresel krizin de çözüm getiremediği küresel dengesizliklerin (Asya’da yüksek cari fazla, ABD’de yüksek cari açık) yattığını, toparlanma sürecinde büyük ayrışmalar yaşanmasının da sıkıntıları artırdığını vurgulamıştık.
Türkiye ekonomisi de bu yıl GSYH’ya oranla % 5’in üzerinde cari açık vererek küresel dengesizlikleri büyüten ülkeler arasında yer almaktadır. Ayrıca, açığın hızla yükselmesinde büyümenin hızlanmasından kaynaklanan döngüye bağlı unsurlar yanında enerji ithalatından kaynaklanan yapısal unsurların etkili olması, Türkiye’nin genelde cari fazla veren gelişmekte olan ülkeler şablonuna (emtia veya sanayi malı ihracatçısı) uymadığını göstermektedir. Şu anda Türkiye’nin, cari dengede bu yapısallığı değiştirecek reformlardan daha çok, giderek daha kırılgan nitelikler taşımaya başlayan cari açığın finansmanına yönelik riskleri azaltmaya çalıştığı izlenmektedir.
Merkez Bankası’nın Eylül ayından itibaren almaya başladığı kararlar bu kapsamda yer almaktadır. Önceki yazılarımda, Merkez Bankamızın yeni konjonktürü nasıl tanımladığından bahsetmiştim. TCMB’ye göre bu dönemde, güvenilir ve dinamik yükselen piyasa ekonomilerine yoğun sermaye akışı sonucunda, bu ekonomilerde aşırı ısınma, aşırı borçlanma ve varlık balonları oluşması riskinin belirmesi ve cari açığın finansal istikrarı tehdit edecek düzeylere ulaşma ihtimali söz konusu olacaktı ve son dönemde aldığı kararların (zorunlu karşılık ve döviz alım ihaleleri) yeni konjonktüre karşı bir hazırlık olarak değerlendirilmesi çağrısında bulunmaktaydı. Nitekim, takip eden dönemde gerçekleşen PPK toplantılarında, bu risklerin altını kuvvetle çizmeye devam etmiş, son toplantıda ise bu gelişmelerin henüz finansal istikrara ilişkin belirgin bir kaygı oluşturacak düzeye gelmediğini değerlendirmekle birlikte, çıkış stratejisi kapsamındaki düzenlemelerin hayata geçirilmesi için uygun bir zemin oluşturduğu tespitinde bulunmuştur.
Sık sık belirttiğim gibi, bu kapsamdaki önlemlere devam edilmesini bekliyorum. Önlemlerin alınma hızını ise, iç talebin seyri ve esas olarak kredilerdeki artış hızının önümüzdeki dönem seyri belirleyecektir. Şu ana kadar alınan önlemler sonrasında ise haftalık kredi verilerinden gözlediğimiz kadarı ile artış eğiliminde bir değişme izlenmemektedir.
Bu bağlamda, son düzenlemelerle makroekonomik ve finansal riskleri azaltıcı yönde daha etkili bir araç haline gelen zorunlu karşılıklara yönelik yol planına, 26 Ekim tarihli Enflasyon Raporu’nda veya en geç Aralık ayındaki 2011 Yılı Para ve Kur Politikası duyurusunda yer verilmesi, sektörün önünü daha iyi görebilmesi ve para otoritesi ile hanehalkları ve reel sektör arasındaki aracılık faaliyetini daha istikrarlı bir şekilde devam ettirmesi, açılarından faydalı olacaktır.
Sonuç olarak, adına istersek “kur savaşları”, istersek “ABD deflasyonu ile Asya reflasyonu savaşı” diyelim, küresel para ve kur politikalarındaki bu belirsizlik Türkiye açısından küresel krizin yarattığı dış talep riskine finansal istikrara yönelik riskleri ekleyeceğe benzemektedir. Savaşların esas nedeni olarak görülen küresel dengesizlikleri büyüten ülkeler arasında yer alan Türkiye’nin, cari açık vermesine neden olan yapısallığı değiştirecek reformlardan daha çok, giderek daha kırılgan nitelikler taşımaya başlayan cari açığın finansmanına yönelik riskleri, Merkez Bankası’nın almaya başladığı ve almaya devam edeceği önlemlerle, azaltmaya çalıştığı izlenmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder