ABD Merkez Bankası’nın 3 Kasım’daki FOMC toplantısında tahvil alımlarını artırarak miktarsal gevşeme politikasında ikinci aşamayı başlatacağı beklentisini iyice güçlendiren haber akışı devam etmiş, bu doğrultuda global likiditedeki artış beklentisi piyasalara olumlu yansımasını sürdürmüştür. Destekleyici yöndeki son gelişme ise, 21 Eylül tarihli FOMC toplantısının özetlerindeki Fed yetkililerinin enflasyon ve büyüme görünümüne ilişkin umutsuz değerlendirmeleri ve katılımcıların çoğunluğunun “çok geç olmadan” ek bir parasal gevşemeye gidilmesi yönündeki ifadeleri olmuştur. Fed yönetiminin ekonomide ikinci bir dip beklemediklerini vurgulasalar da, büyüme ve buna bağlı olarak istihdam artışının uzunca bir süre yavaş toparlanacağı görüşünü taşıdıkları anlaşılmaktadır. Bu görünümde etkili olan faktörler ise, hanehalkı ve reel kesim güveninin zayıflığı, riskten kaçışın artma eğilimi ve halen tüketicilerin ve şirketlerin bir kısmının içinde bulunduğu zorlu finansal koşullar olarak sıralanmaktadır. Ayrıca, enflasyonun mevcut seviyesinin Fed’in uzun vadede tam istihdam ve fiyat istikrarını sağlama çifte misyonuyla (dual mandate) uyumlu olan seviyelerin altında olduğunun düşünüldüğü de bilinmektedir. Dolayısı ile, Fed yönetiminde ek gevşemeyi “görünümdeki yeni bir kötüleşmeye” ve “deflasyon tehlikesinin artması” şartına bağlayanların azınlıkta kaldığı, çoğunluğun ise “işsizlik oranını düşürmeyen düşük bir büyüme oranı” veya “enflasyonun hedefin altında seyrediyor olmasını” ek gevşeme için uygun ortam olarak gördükleri anlaşılmaktadır. Bu bağlamda, Eylül toplantısının ek parasal gevşemeyi sağlamada bir çok farklı ve yeni yaklaşımı gündeme getirdiği de izlenmektedir. Ancak, bunlar arasında daha çok “uzun vadeli tahvil alımlarının artırılması” ve “enflasyon beklentilerini yukarı çekecek adımların” öne çıktığı izlenmektedir. Tahvil alım programının en iyi faydayı sağlayacak şekilde nasıl dizayn edilmesi gerektiğinin de tartışıldığı anlaşılmaktadır ki, biz zaten geçen haftaki raporumuzda NY Fed yetkilisi Sack’in altını çizdiği noktaları gündeme getirmiştik. Hatırlarsak buradan çıkan mesaj, varlık alımlarında önden yüklemeli büyük miktarlar değil düzenli ama küçük adımlar atılacağıydı.
Sack, bilanço büyüklüğünü değiştiren varlık alımlarını Fed politika faizinin bir alternatifi olarak görülmesi gerektiğini vurgulamış ve önemli noktaları aşağıdaki gibi belirtmişti; 1) Varlık alımlarında önden yüklemeli büyük miktarlar değil düzenli ama küçük adımlar atılmalıdır. 2) Varlık alımlarına yönelik kararlar FOMC’nin ekonomiye ilişkin tahminleriyle ilişkilendirilmelidir. 3) Varlık alımlarının daha etkili olması için geçici olmadığının vurgulanması gereklidir. 4) Bilançonun izleyeceği olası patika hakkında bilgi sağlanmalıdır. 5) Değişen piyasa koşullarına daha kolay uyum sağlamak adına program belli esneklikler içermelidir.
Fed ile ilgili son olarak “enflasyon beklentilerini yukarı çekecek adımların” neler olabileceğine değinmek istiyoruz. Bilindiği gibi, reel faizler (nominal faizlerle beklenen enflasyonun farkı) toplam talep üzerinde etkili olmaktadır. Özellikle politika faizleri sıfır noktasına doğru indiğinde enflasyon beklentilerinin para politikası açısından önemi artmakta, beklentiler düşüyorsa kısa vadeli reel faizler yükseleceğinden toplam talep üzerinde olumsuz etkide bulunmaktadır. Buna karşılık, beklentilerdeki yükseliş reel faizi düşürerek aktiviteyi canlandırmada yardımcı olmaktadır. Dolayısı ile, Fed’in kısa vadeli enflasyon beklentilerini yukarı çekecek alternatif stratejiler üzerinde düşünmeye başladığı anlaşılmaktadır. Bunlar ise, Fed’in çifte misyonuyla uyumlu enflasyon seviyeleri (bir nevi Enflasyon Hedeflemesi) hakkında detaylı bilgi vermek, fiyat seviyesi hedeflemek veya nominal GSYH seviyesini hedeflemek olarak belirtilmiştir. Bahsedilen son iki strateji Merkez Bankacılığı açısından yeni ve henüz dünyada uygulaması olmayan hedefleme yöntemleridir. Bu nedenle, kısa vadede uygulamaya geçme şansı da düşük görünmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder