Geçtiğimiz haftanın en önemli gelişmesi, hiç kuşkusuz, İsrail Merkez Bankası’nın politika faizini sürpriz bir kararla 25 baz puan artışla % 0.75’e yükseltmesiydi. İsrail ekonomisinin küresel ekonomiye kıyasla görece küçüklüğü ve gerçekleşen artışın sınırlılığına rağmen faiz artışına bu derece önem verilmesi ise, parasal gevşeme sürecinde söz konusu ülkenin öncü bir rol üstlenmesinden kaynaklanıyordu. Gerçekten de, İsrail Merkez Bankası, gerek hızlı faiz indirimlerine yönelmede gerekse niceliksel gevşeme (quantitative easing) tedbirlerini almada, gelişmekte olan ülkeler arasında en önde giden merkez bankası olmuştur. Eylül 2008’de başlatılan faiz indirimleriyle % 4.25 olan politika faizi Nisan 2009’a gelindiğinde % 0.5’e gerilemiş, aynı süreçte bankalardan yüklü tahvil ve döviz alımına gidilerek yerel para likiditesi artırılmıştı. Alınan tedbirlerin semeresi olarak, İsrail’in bu süreçte üretim kaybı olarak en az etkilenen gelişmekte olan ülkeler arasında yer aldığı izlenmektedir. Mevsimsellikten arındırılmış sanayi üretim endeksinin tepe ve dip noktası arasındaki kümülatif düşüş, İsrail ekonomisinde % 10.7 ile Türkiye ekonomisinde gerçekleşen % 18 düşüşten daha sınırlı olmuş, dip noktasından son aylık veriye kadar olan toparlanma ise % 2.1 ile yine bizden daha olumlu bir düzeyde gerçekleşmiştir. Dolayısı ile, küresel resesyondan çıkış sinyallerinin güçlendiği son dönemde gevşek para politikalarının terkedilme zamanlaması açısından İsrail’in aldığı bu karar önemli bir sinyal olarak algılanmışa benzemektedir. Genel beklenti, toparlanmanın gücüne bağlı olarak bu yön değişikliğini, her biri için farklı olmak üzere, diğer ülkelerin de belli bir gecikmeyle takip etmesi şeklindedir. Bu noktada, TCMB’nin de faiz indirimlerine en erken başlayan (Kasım’08) merkez bankaları arasında yer alması, “erken başlayan erken bitirir” gibi bir düşünceyi uyandırmış ya da bir diğer deyişle Türkiye’nin İsrail’i yakından takip etmeye aday ülkeler arasında görülmesini getirmiş olabilir. Kaldı ki, Türkiye için hızlı bir toparlanma senaryosu (V tipi) çizenler açısından bu önemli bir risktir. Bugünkü yazımda, bir yön değişikliğine ne kadar yakın olduğumuzu irdelemeye çalışacağım.
Genel olarak para politikaları ve faizler konusundaki düşüncelerimi yazılarımı takip edenler bilmektedir. Ekonomilerde aşırı boyutlara ulaşan atıl kapasiteden ve rekor düzeylere çıkan üretim açığından kaynaklanan düşük faiz ortamının kalıcı olduğunu düşünmüyorum. Hızlı toparlanma altında faizlerin uzun süre düşük kalması senaryoları bana gerçekçi gelmiyor. Mevcut faiz seviyelerinin ancak uzun sürecek durgunluk dönemi altında geçerli olabileceğini düşünüyorum. Yani ya daha kötü bir büyüme görünümü ile enflasyon ve faizler düşük kalacaktır ya da daha iyi bir büyüme görünümü ile enflasyon ve faizler uzun dönem ortalamalarına daha yakın bir yerde oluşacaktır.
Ancak bu genel tespitlerim, kısacası düşük faiz ortamını kalıcı görmemem, Türkiye’nin para politikası çıkış stratejisini erken uygulayacak ülkeler arasında olduğunu düşündüğüm anlamına gelmemelidir. Zira, ekonomik aktivitede toparlanmanın yavaş olacağı düşüncemi koruyor ve son veri ve gelişmelerle bu düşüncenin güçlendiğini görüyorum. Böylesi bir görünüm, Merkez Bankası’nın acele etmesine gerek olmadığını göstermektedir. Konuya devam edeceğim...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder