13 Ekim 2009 Salı

Türkiye-IMF ilişkisi: Ben lafımı ortaya koydum, beğenen alır...

IMF ile anlaşma yapılacağını bu yıl altıncı kez satın alan piyasalar, şimdi 2010 yılı bütçesinin TBMM’ye sunulacağı 17 Ekim’e kadar heyecanlı ve ümitli bir bekleyişe girecekler. Zira, son haberler Orta Vadeli Program (OVP) ve Mali Plan'ı IMF'ye sunan ekonomi yönetiminin, IMF teknik heyetinin programla ilgili görüşlerini bu tarihe kadar beklediği yönünde. Aynı habere göre, IMF teknik heyeti, Türkiye'nin önüne yeni talepler koyarsa, IMF'siz program uygulamaya konulacak. Eğer IMF, programı onaylar ve bazı ufak değişiklikler talep ederse, programa ince ayar yapılarak IMF'li program hayata geçirilecekmiş. Dolayısı ile, bu konuda belirsizliğin sürdüğü, alınabilecek sonuç konusunda iyimserlik korunsa da temkinli olunması gerektiği anlaşılıyor. Ben de önceki yazımda, bunu vurgulamış, IMF ile mutabakatın hangi büyüklükler üzerinden sağlanacağının çok önemli olacağını belirtmiştim. Eğer mutabakat, OVP üzerinden sağlanacak ise, özellikle buradaki mali hedefler stand-by için de geçerli olacak ve borçlanma baskısını azaltmada gerekli olacak mali düzeltme için kademeli ve yavaş bir patika çizildiğinden, IMF’den gelecek kaynağın boyutu (yüksek olması) daha önem kazanacaktı. Yok eğer stand-by OVP hedefleri revize edilerek yapılacaksa, zaten daha fazla mali tedbir alınacağından borçlanmayı azaltmak için gerekli kaynak daha sınırlı olacaktı.

Eğer önceki yazılarımda mali disiplin anlamında gevşek bulduğumu belirttiğim OVP’ye yakın bir çerçeve IMF tarafından kabul edilirse, IMF’nin kriz sırasındaki yeniden yapılanmasının, esnek politika yaklaşımı, detaylara daha az önem veren makro bakış, daha odaklanmış koşulsallık ve ülkelerin global olarak göreceli durumunu öne çıkarma gibi kavramlar üzerinden ne denli büyük dönüşüm geçirdiği ortaya çıkacaktır. Ne demek istediğimi, açmaya çalışayım. OVP’deki mali çerçeveyi, uzun vadede ekonomiye güveni tesis etmek için yeterli bulmasak da, buradaki temel eğilimlerin Dünya’da beklenen gelişmelerden çok da kopuk olmadığı izlenmektedir. IMF’nin son çalışması kriz sırasında IMF ile program yapan ülkelerin ortalama olarak bütçe açıklarının 2009 yılında % 5 civarına, kamu borcunun ise GSYH’ya oranla % 40 civarına çıktıktan sonra, 2010’da da bütçe açıklarının yine yüksek seviyede seyretmeye devam ettiğini, borçluluk oranlarının ise yavaş da olsa artmaya devam ettiğini yansıtmaktadır. Sonraki yıllarda ise bütçede kademeli bir düzelme eğilimi oluşmakta, borçluluk oranlarının aşağı çekilmesinde ise o kadar acele edilmemektedir. OVP’de, IMF ile program yapan ülkelerin ortalamasına göre biraz daha gevşek bir mali çerçeve öngörülmekte, ancak temel eğilim olarak benzer yaklaşımlar olduğu izlenmektedir. 2009 yılında merkezi yönetim bütçe açığının GSYH’ya oranı, IMF ile program yapan ülkelerin ortalamasından daha yüksek olan % 6.6’ya çıktıktan sonra, 2010 yılında % 4.9’a sadece sınırlı miktarda gerilemektedir. Sonraki yıllarda ise sırasıyla % 4.0 ve % 3.2 ile daha kayda değer düşüşler göstermektedir. Bu doğrultuda borç stokunun GSYH’ya oranı 2009’da % 47.3’e, sonraki sene ise % 49.0’a çıkmakta, izleyen yıllarda ise çok sınırlı düşüş göstermektedir. Eğer IMF gerçekten de OVP’yi bu şekliyle kabul edilebilir buluyorsa, son G20 toplantısı sonuçları ile uyumlu olarak mali gevşemeye daha ılımlı yaklaşması da bu sonuçta etkili olmuştur denebilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder