Önceki yazımda Merkez Bankası’nın 27 Ekim Salı günü yayınlayacağı Enflasyon Raporu’nun, faizlerde aşağı gidişin ulaşacağı nokta açısından önemine dikkat çekmiştim. Burada tekrarlamak istemiyorum ama merak edenler rapor yayınlandığında bir sürprizle karşılaşmak istemiyorlarsa mutlaka okusunlar. Özetle, Merkez Bankası Enflasyon Raporu’nun faizlerde alt sınır için önemli bilgiler getirmesini beklerken, politika faizinin inebileceği son nokta için beklentim olan % 6.25 üzerindeki aşağı yönlü riskleri güçlendirmesini de olası görüyorum. Böyle bir duruş sergilenirse, bu kez çıktı açığının daha olumsuza gitmesinden değil enflasyon eğiliminin beklenenden daha düşük seyretmesinden kaynaklanacaktır.
Bu bağlamda, hafta içinde Başkan ve bir Para Politikası Kurulu üyesinden gelen açıklamalar önemliydi. PPK’nın Banka dışı üyelerinden Abdullah Yavaş, ekonomideki yavaşlama uzun ve kalıcı olursa Banka’nın faizlerde aşağı gidiş için çok yeri olacağını söyledi. Ayrıca, çıktı açığı çok yüksek olacağından teorik olarak Banka’nın politika faizini mevcut enflasyon seviyesi olan % 5.3’ün altına çekebileceğini belirtti. TCMB’nin ekonomideki toparlanmanın yavaş ve kademeli gerçekleştiğini düşündüğü bilinmektedir. Ancak, önceki raporda çıktı açığı için çizilen senaryo (2009 yılında GSYH’ya oranla % 9’a yakın seyrederken, 2010 yılının ikinci yarısında belirgin toparlanmaya geçtiği, açığın tam olarak ise 2012 ikinci yarısında kapandığı) olabilecek en olumsuz alternatiflerden biri olduğundan, bu raporda üretim açığı senaryosunun kötüleştirilmesi yerine enflasyonda beklenenden olumlu gidişe vurgu yapılarak, daha düşük faiz seviyesinin savunulmaya çalışılacağını düşünüyorum. Zaten enflasyon gerçekleşmeleri ve TCMB enflasyon tahminleri incelendiğinde, son aylarda TÜFE’nin tahmin alt sınırının bile altında seyrettiğinin görülmesi bu düşünceyi desteklemiştir.
Merkez Bankası Başkanı Yılmaz ise Eskişehir Sanayi Odası’nda gerçekleştirdiği konuşmada, son PPK toplantısındaki söylemlerine benzer şekilde, ekonomide toparlanma olsa da, kırılganlıkların devam ettiğine vurgu yaptı. Ayrıca, IMF ile ilgili verdiği mesajların da önemli olduğunu düşünüyorum. Yılmaz’ın, artık Türkiye’nin kendi ayakları üzerinde durması gerektiğini söylemesi, Banka’nın IMF anlaşması olmasına yönelik beklentisinin azaldığına dair bir izlenim verdi. Hatırlarsanız önceki yazımda TL likiditesine ilişkin yeni önlemlerin (zorunlu karşılıklarda indirim) bana bunu düşündürdüğünü vurgulamıştım. Hatırlanacağı gibi, IMF-Dünya Bankası toplantılarının bitimini takiben IMF ile ilgili kararın verileceği belirtilmiş, daha sonrada 2010 yılı bütçesinin meclise sunulması öncesinde IMF’den cevap beklendiği gibi haberler gelmişti. Her ne kadar, bütçe tasarısı yasalaşana kadar yaklaşık 1 aylık bir süre daha olsa da, bu yönde bir niyet veya bir gelişme olduğuna dair bir işaret görünmüyor.
Bu arada, Yılmaz’ın dikkat çektiği ve kısa vadede önemli olabilecek bir diğer konu da, Ekim ayı enflasyonu ile ilgiliydi. Merkez Bankası kendi yaptığı çalışmaların, piyasada beklenilenin aksine Ekim ayında enflasyonun yüksek çıkacağına işaret ettiğini söyledi. Bu tipik bir beklenti yönetimi hamlesiydi. Zira, Merkez Bankası’nın Beklenti Anketi’nde Ekim ayı enflasyon tahminlerinin ortalaması % 1.1 idi. Beklentilerin düşük olması bu veri açıklamasının olumsuz bir süpriz yapma gücünü artıracaktı. Henüz Ekim ayı enflasyon tahminim kesinleşmedi ama, Ekim ayında sona eren vergi indirimlerinin ve elektrik zammının TÜFE’ye normal aylık artışının üzerinde toplam 0.9 puan ek artış getirebileceğini hesaplarken, enflasyonun yukarıda bahsettiğim piyasa beklentisinin belirgin şekilde üzerine çıkabileceğini düşünüyorum. Ancak, bu yüksek artışa karşın, geçen yılın yüksek baz etkisi nedeniyle, yıllık enflasyonda düşüşün devam edeceği görülüyor. Öyle ki, bu yıl Ekim ayında örneğin % 2.1 gibi bir aylık artış yaşansa da, yıllık TÜFE tarihi düşük seviyesi olan % 4.8’e gerilemektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder