25 Eylül 2009 Cuma

Aylardır beklenen orta vadeli program için düşüncelerim...

Hafta içinde açıklanan Orta Vadeli Program sonrası ilk düşüncem, programın makro hedeflerinin genel olarak gerçekçi göründüğü, ancak çizilen mali çerçevenin Hazine’nin borçlanma baskısı endişelerini gidermede zayıf kalabileceği şeklinde oldu. Her ne kadar, piyasalarda farklı algılanma ihtimali olsa da, IMF’den yapılan açıklamanın da benzer noktalara değindiğini gördüm. IMF'nin internet sitesinde yer alan açıklamada, Türkiye Masası Şefi Rachel Van Elkan, önce doğal olarak ortaya bir program konulmasından ve gerçekçi tahminleri içermesinden duyulan memnuniyeti ifade ediyor, açıklamanın devam eden kısmında ise, OVP’nin eksik yönlerine ve kendi desteklerini de getirecek bir program için beklentilerine şu sözlerle değiniyor: "Türk yetkililerin kamu borç yükünü kontrol altına alma hedefine ulaşmak için harcama baskılarını kontrol altına alacak politikaları da içeren destekleyici tedbirler ve yapısal reformları hayata geçirmeleri gerekecek”. Son olarak da “Türk yetkililerle politika diyaloğuna devam etmeyi umuyoruz." diyerek programın açıklandığı şekliyle bir stand-by anlaşmasına dönüşmesi için, konulan hedeflerin içini dolduracak tedbirler üzerinde çalışılması gerektiğine işaret ediyor.

Hatırlanacağı gibi, 11 Ağustos tarihli “Orta vadeli programı açıklıyorum...” başlıklı yazımda, IMF’nin Ağustos ayında yayınladığı Mali İzleme başlıklı raporda, ülkelerin hedefleri ve buna ulaşmadaki araçları incelenirken, Türkiye'nin 2011'e kadar borç/GSYİH oranını istikrara kavuşturma hedefini belirlediğinden bahsetmiştim. Uzmanlar yetkililerle görüşmeler, açıklamalar ve aktivitenin toparlanmasıyla gelirlerde görülecek iyileşme gibi otomatik stabilizörlerin durumunu göz önüne alarak Türkiye'nin “Ekonomik canlanmaya yönelik uyarıcı önlemlerin yenilenmemesi, harcama kontrolünün iyileştirilmesi, yerel yönetim reformu, mali kurala geçiş ve vergi idaresi reformunun devam ettirilmesi” önlemlerine yöneleceği görüşünü belirtmekteydi. Açıklanan OVP’de ise, bir tedbirler manzumesi yerine fazlaca otomatik stabilizörlere (aktivitenin toparlanmasıyla gelirlerde görülecek iyileşme) bel bağlandığını gördük. IMF raporunda bugüne ışık tutacak en önemli tespit ise, gelecek beş yılda borç stokundaki artışı durduracak ve stabilize edecek kamu kesimi faiz dışı fazlasının (FDF) milli gelire oranla ortalama % 1.7 seviyesinde oluşması gerektiği saptamasıydı ki, bu oluşmadığı durumda borç stoku / GSYH oranı 2014 itibarı ile % 58’e kadar yükselmekteydi.

Oysa programda IMF’nin bu raporda 2009 için % 0.2 açık olarak tahmin ettiği kamu kesimi FDF büyüklüğünün % 2.1 açık olarak gerçekleşeceği ve önümüzdeki üç yılda ortalama olarak % 0.4’ün altında kalacağı görülmektedir. Dolayısı ile, daha önce de vurguladığım gibi, programda çizilen mali çerçevenin, Nisan ayında yayınlanan Katılım Öncesi Ekonomik Program’a benzer şekilde yeterince sıkı olmadığını düşünüyorum. Hükümet, program tanımlı konsolide kamu sektörü faiz dışı dengesinin bu yıl sonunda GSYH’nin % 2.1’i kadar açık verdikten sonra, önümüzdeki yıllarda sınırlı sayılabilecek bir toparlanma ile önce % 0.3 açığa ve 2011-2012 yıllarında sırasıyla % 0.4 ve 1.0 fazlaya geçmesini öngörmektedir. Hazine’nin borçlanma oranına yönelik değerler tam olarak verilmemekle birlikte, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan bu oranın bu yıl % 112’ye ulaştıktan sonra, önümüzdeki yıllarda % 100’ün altına doğru gerileyeceğini belirtmiştir. Bu da, önceki başarılı yıllardaki % 70 civarındaki borçlanma oranına göre oldukça yüksek seviyelerin bir süre daha devam edeceğine işaret etmektedir.

Sonuç olarak, orta vadeli bir çerçevenin çizilmiş olması bile en azından ekonomiye nasıl bir yön tayin edildiğine yönelik belirsizliklerin kalkması açısından önemli bir adımdır. Ayrıca, tahminlerimle büyük ölçüde uyumlu olan GSYH öngörüsünün daha gerçekçi belirlenmesinin ilk aşamada programa yönelik olumlu bir işaret olduğunu düşünüyorum. Buna karşılık, programda çizilen mali çerçevenin, Türkiye’ye yönelik risk algılamalarını azaltacak ve beklentileri olumlu etkileyecek kadar sıkı bir disipline işaret etmediğini düşünüyorum. Bu şekliyle de IMF tarafından da onaylanması zor görünmektedir. Ancak, Babacan’ın IMF anlaşması konusunda istişarelerin devam ettiğini belirtmesi, bu konuda net bir yargıya varmamı engellemektedir. Bir IMF anlaşması olmaması durumunda ise, bu şekliyle programın piyasada güveni artırıcı bir rol üstlenmesi ihtimali zayıftır. Uzun vadede, mali politikalar açısından daha olumlu bir bakış açısı oluşturabilmek için izleyeceğim unsur ise mali kurala yönelik gelişmeler olacaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder