Bankacılık sistemi tarafından hanehalkı ve reel sektöre kullandırılan kredilerdeki artış veya azalışın ekonomik aktivite açısından bir öncü nitelik taşımadığı, daha çok aktivitedeki mevcut eğilim üzerinde finansal hızlandıran etkisi gösterdiği bilinmektedir. Bir diğer deyişle, kredilerde belirgin bir değişim, toparlanmayı ya da yavaşlamayı güçlendirir. Bu bağlamda, bir ülkede finansal aktarım mekanizması iyi çalışıyorsa, Merkez Bankaları tarafından uygulanan para politikalarının etkisinin güçlenmesine yardımcı olur. Tam da bu nedenle, kredilerdeki gelişim, kredi faizleri ve genel olarak kredi kullandırım koşulları para otoritesi tarafından çok yakından takip edilirken, bu alanlarda ekonomik temellerden kopuk gelişmelere gerek eylem gerekse söylemlerle müdahale edilmeye çalışılır.
Krizin Türkiye’de hissedilmeye başlandığı Ekim 2008’den itibaren kredilerde görülen gerilemenin, bankaların kredi kullandırımına daha ihtiyatlı yaklaşmasının ve o sırada % 20’nin üzerinde olan kredi faizlerinin 2008 yılı son çeyreği ve 2009 yılı ilk çeyreğinde GSYH’daki daralmayı daha da derinleştirdiği açıktır. Sonrasında ise dipten dönen ekonomik aktiviteyle beraber kredilerde toparlanma gözlenmiş, gevşek para politikasının gecikmeli yansımalarıyla da kredi faizleri tarihte görülmedik düşük noktalara inerek, kredi hacminin bugün itibarı ile kriz öncesi seviyelerin üzerine çıkmasına yardımcı olmuştur. Merkez Bankası tarafından yayınlanan verileri kullanarak yaptığım hesaplamalar, bankacılık sistemi kredi hacminin 19 Şubat itibarı ile kriz öncesi zirvesinin % 10 kadar üzerinde olduğunu gösterirken, kısa bir süre önce yayınlanmaya başlanan ağırlıklı ortalama kredi faizleri verileri ise ticari kredi faizinin aynı haftada % 8.6 ile tarihinin en düşük noktasında olduğunu yansıtmaktadır. Bu seviye, mevduat ve bono faizlerinin mevcut seviyesine çok yakınken, Merkez Bankası’nın politika faizinin yaklaşık iki puan üzerindedir. Takip edecek yazımda faizlerle ilgili daha fazla enformasyon aktaracağım, ama önce zaten enflasyon şoku altında olan para politikası açısından kredilerde endişe verici bir görünüm olup olmadığına bakmak istiyorum.
Aslında normal zamanlarda endişe verici bir görünüm oluşması için ekonomide ısınma emareleri görülmesi ve hızla artan kredilerin fiyatlama davranışlarına kadar yansıyan (üreticinin maliyet artışlarını kolaylıkla tüketiciye yansıtabilmesi) bir etkisinin olması gerekir. Oysa bugün böyle bir ısınmadan söz etmek mümkün değildir, ancak sıkıntı ekonomide kaynak kullanımı artmaya devam ederken reel faizin bir süredir negatif olması ve yükselen enflasyonla beraber bu negatifliğin artmasıdır. Gerek tüketici kredilerinde gerekse ticari kredilerin de dahil olduğu toplam kredilerde özellikle geçen yılın son ayları ve bu yılın ilk aylarında belirgin bir ivmelenme gözlenmektedir. Ancak güçlü sayılabilecek artış oranlarının, kriz öncesi ortalama artış oranının bir miktar gerisinde olduğu da gözlenmektedir. Yine de, iç talep ve yurtiçi ekonomik aktiviteyi destekleyici bir noktada olduğu söylenebilir. Ancak, bugünkü görünüm itibarı ile faiz veya zorunlu karşılık artışı şeklinde bir müdahaleyi gerektirdiğini söylemek kolay değildir. Merkez Bankası'nın bugün aldığı kararların belli bir gecikmeyle bankacılık sistemine yansıdığı ve nihayetinde ekonomik aktiviteye 3 ila 9 ay ve enflasyona 9 ila 18 ay arasında bir gecikme ile yansıdığı dikkate alındığında, doğru zamanlamanın Banka’nın yargısal değerlendirmelerinden çıkması beklenmelidir. Eğer kredilerdeki artış bugüne göre yeni bir ivmelenme daha yakalarsa, bu takdirde, likidite desteklerinin geri çekilmesi ve TL zorunlu karşılık artırılması gibi önlemleri faiz artırımından önce görebiliriz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder