28 Temmuz 2009 Salı

Geometri’den çaktık, bari kimyamız bozulmasın...

Global krizin Türkiye ekonomisi üzerindeki etkileri ile piyasalar üzerindeki etkileri arasındaki fark, gelen ekonomik verilerdeki endişe verici görünümle sonunda anlaşılmıştır. Ayrıca ekonomide özel sektör ve dış ticaret payının artması sonrasında, kamu harcamalarındaki artışla ekonomide kalıcı bir iyileşme sağlamanın da bu sefer mümkün olmayacağı görülmüştür. Vergi indirimleri ile birkaç ay için sağlanan coşkunun kalıcı olmadığının anlaşılması ile yılın ikinci yarısında yerini hüsrana bırakması riski artmıştır.

Sonuçta sadece finans sektörünün bu krizden az yara ile kurtulmasının ve ekonomideki olumsuzlukların piyasalara yansımamasının yeterli olmadığı iyice belirgin hale gelmiştir. Ancak Türkiye halen 2000 sonrası dönemin başarısının nimetlerinden faydalanmakta ve BRIC (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin) ülkelerinin alternatifi olan ve onlar gibi hızlı büyüyerek ekonomik gücünü artıracak ülkeler arasında sıralanmaktadır. Başka bir deyişle 2006 sonrası dönemde yaşanan güç kaybının, kalıcı olmayacağı düşünülmektedir. IMF’li veya IMF’siz, inandırıcı bir ekonomik program yapılacağına yönelik beklentilerle Türkiye piyasalarının dış piyasalara paralel hareketler göstermesi, bu güvenin varlığına işaret etmektedir. Türkiye risk priminin gelişmekte olan ülkelerin 100 baz puan altında olması da bir başka göstergedir. Ancak bunu kazanılmış hak olarak görmek tehlikelidir. Bilindiği gibi, yurtiçine yönelik gelişmeler genelde anlık olarak etki etmemekte ancak zaman içinde bir birikim yaparak beklenmedik bir anda yatırımcılar açısından stratejik bir karar değişikliğine yol açabilmektedir. Özellikle son yıllarda belirginleşen bu performans kaybının kalıcı olacağının, genel kabul gören düşünce olacağı nokta, bu algılamaları değiştirmek için geç kalınan nokta olacaktır.

Son haftalarda gelen haberlerle ise, bizi bu noktadan uzaklaştıracak bir ekonomik program yolunda çalışmalar olduğuna yönelik sinyaller, su yüzüne çıkmaya başlamıştır. Burada alınan tedbirlere, bizim de katıldığımız genel eleştiri, dolaylı vergilere dayandığı için tedbirlerin bütçenin kalitesini daha da bozacağı yönündedir. Ayrıca bu tedbirlerle, zaten artan işsizlik ve ücretlerdeki düşüşle baskılanan harcanabilir gelir, daha da olumsuz etkilenecektir. Bu da, vergi indirimleri ile özellikle ikinci çeyrekte elde edilen ekonomi anlamındaki kazançların, yılın ikinci yarısında geri verilmesi anlamına gelmektedir. Diğer taraftan bu durum bir politika tutarsızlığına işaret etmekte ve en çok ihtiyaç duyulan tutarlı bir ekonomik politika çerçevesinin oluşmasını zorlaştırmaktadır. Bilindiği gibi, bir ekonomik programın en önemli etkisinin bekleyişler üzerinden olması beklenir. Kısa vadeye yönelik sorunların, uzun vadede çözüleceğine yönelik beklentiler güçlenirse, bu da Türkiye’de 2000 sonrasında ekonomik büyümenin lokomotifi olan özel sektör yatırımlarının canlanması anlamına gelecektir. Yukarıda da söylediğimiz gibi, alınan tedbirlere yönelik eleştirilere katılsak da, bu uygulamalar en azından kapsamlı ve inandırıcı bir programın ortaya çıkması için niyetin varolduğunu ve burada kaçınılmaz olarak alınması gereken politik açıdan zor kararlarda ilerleme sağlanabileceğini göstermiştir. Ancak, bu ay içinde açıklanması beklenen Orta Vadeli Program’da bütçenin kalitesini artıracak düzenlemelere ihtiyaç, böylece daha da artmıştır. Bu kararların başında, bilindiği gibi, vergi gelirlerini tabana yayan ve kayıt dışını azaltacak tedbirler gelmektedir. Ayrıca, son dönemdeki mali gevşemenin sonraki dönemde geri alınacağını garanti altına alacak bir mali kural da olmazsa olmazlar arasındadır. Ancak bunların ayrıntılarını görmek için belki, daha sonra açıklanacak Orta Vadeli Mali Plan’ı beklemek gerekebilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder