En sonda söyleyeceğimi baştan söyleyeyim, enflasyonun yüksek seyri ve çekirdek enflasyonda gözlenen yükselişin Merkez Bankası’nı acil bir faiz artırımına zorladığını düşünmüyor, ancak para politikası çıkış stratejisinin ve parasal sıkılaşmanın bu yıl içinde uygulanmasına yaklaştığımızı görüyorum. Para Politikası Kurulu’nun 13 Nisan Salı günü gerçekleşecek aylık toplantısı ertesi günü Türkiye Bankalar Birliği’nde düzenlenecek toplantıda, TCMB’nin kriz sırasında uyguladığı likidite desteklerinin kademeli olarak kaldırılmasına ilişkin bir takvim sunmasını bekliyorum. Niye böyle düşündüğümü anlatmaya gelince, hatırlanacağı gibi, küresel kriz sırasında TCMB bir çok diğer Merkez Bankası gibi, bir yandan döviz ve TL’ye yönelik likidite önlemleri ile finansal istikrarı gözetirken bir yandan da yurt içi iktisadi faaliyet üzerindeki olumsuz etkiyi sınırlamaya yönelik olarak hızlı bir şekilde para politikasını gevşetmiştir. Dolayısı ile, birbirlerinin tamamlayıcısı gibi görünseler de, amaç farklılığı nedeniyle likidite önlemleri ile faiz politikasının ayrı analiz edilmeyi gerektirdiklerini düşünüyorum. Bir diğer deyişle, kriz sırasında paralel yürüyen bu operasyonların toparlanma sırasında da paralel seyredeceği gibi bir ön kabulde bulunmak doğru değildir. Örneğin; finansal istikrara yönelik riskler ortadan kalkarken, toparlanmanın gücüne ilişkin riskler devam ediyorsa, faiz artırımından önce likidite desteklerinin kaldırılması doğal görünmektedir. Merkez Bankası’nın da gelişmelere böyle baktığını, bir yandan da kriz sırasında büyümeye verdiği önceliği enflasyon lehine değiştirmeye çalıştığını, son PPK özetlerinde yer alan “Küresel krizin yurt içi iktisadi faaliyet üzerindeki olumsuz etkisini sınırlamaya odaklanan Merkez Bankası, bu konuda üzerine düşeni büyük ölçüde yapmıştır. Önümüzdeki dönemde para politikası fiyat istikrarının kalıcı olarak tesis edilebilmesine odaklanmaya devam edecektir.” cümlesinden de okumaktayım. Bu doğrultuda, Merkez Bankası’nın 13 ve 14 Nisan toplantıları, 29 Nisan’daki Enflasyon Raporu gibi iletişim fırsatlarını iyi kullanacağını, para politikası duruşunu belirleyen enflasyon ve büyüme tahminlerini yenileyerek daha net bir faiz patikası tarif etme yoluna gideceğini düşünüyorum.
Bilindiği gibi, Ocak ayı Enflasyon Raporu’nda politika faizlerinin uzun bir süre sabit tutulduğu ve sonrasında sınırlı artışlar göstererek tahmin ufku (üç yıl) boyunca tek haneli düzeylerde kaldığı şeklinde bir faiz patikası tarif edilmişti. Ancak, olumsuz enflasyon gelişmeleriyle beraber Mart toplantısında, faizlerin uzun bir süre sabit tutulduğu ifadesi korunsa da, genel fiyatlama davranışlarında bozulma gözlenmesi halinde para politikasının Enflasyon Raporu’ndaki baz senaryoda öngörülen duruşa kıyasla daha erken sıkılaştırılmasında tereddüt edilmeyeceği gibi TCMB’ye esneklik veren bir koşul eklenmişti. Mart ayı enflasyon verileri sonrası, genel fiyatlama davranışını en iyi yansıtan çekirdek enflasyondaki yükselişi, bir kısmı baz etkisinden kaynaklansa da, fazla bulmuştum. Ayrıca enflasyonun temel eğiliminin % 5’lerden % 8’lere doğru yükseldiğini görmüş, iyi huylu görünümün devam ettiğini söylemenin zorlaştığını düşünmüştüm. Merkez Bankası ise, veri sonrası yayınladığı değerlendirmede, temel mal ve hizmet kalemlerinin yıllık fiyat artış oranlarındaki yükselişte geçtiğimiz yılın düşük bazının etkili olduğunu belirtmiştir. H ve I endeksindeki yükselişi, geçtiğimiz yıl yapılan vergi indirimlerinin oluşturduğu düşük bazın etkisine, hizmet fiyatlarındaki yükselişi ise telefon görüşme ücretlerinde gözlenen artışa bağlamıştır. Bu değerlendirmeden edinilebilecek ilk izlenim, Banka’nın çekirdek enflasyon gerçekleşmesinden benim kadar rahatsız olmadığı yönündedir. Ancak, Merkez Bankası çekirdek enflasyonu ve diğer önemli verileri (sanayi üretimi, kapasite kullanımı, işsizlik oranı) bir kaç ay daha gözlemeyi tercih ediyor olsa da, Banka’nın enflasyon beklentilerindeki bozulmalara ve fiyatlandırma davranışlarındaki değişimlere karşı daha da temkinli olması beklenmelidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder