Merkez Bankası’nın 13 ve 14 Nisan toplantıları, 29 Nisan’daki Enflasyon Raporu gibi iletişim fırsatlarını iyi kullanacağını, para politikası duruşunu belirleyen enflasyon ve büyüme tahminlerini yukarı yönde güncelleyerek daha net bir faiz patikası tarif etme yoluna gideceğini düşünüyorum. Bu toplantılardan bugün yapılacak ilkinde, Banka’nın enflasyon beklentilerindeki bozulmalara ve fiyatlandırma davranışlarındaki değişimlere karşı daha da temkinli olması beklenmelidir. Bu ise, faiz için kullanılan “uzun bir süre” sabit ifadesinin “bir süre” sabit şeklinde değiştirilmesiyle sağlanabilir. Bu duruş değişikliği bu toplantıda yapılırsa, ilk faiz artırımının elbette bu sırada gelen verilere de bağlı olarak 3 ila 6 ay arasında (Temmuz veya Ekim) gerçekleşmesi beklenebilir.
Toplantılardan yarın gerçekleşecek ikincisinde ise, kaldırılması beklenen likidite desteklerine ilişkin bir yol haritası sunulmasını bekliyorum. Kriz sırasında alınan önlemlerin büyük ağırlığı döviz likiditesini ilgilendirmekte ve bunların şimdi geri çekilmesinin bir anlamı ve faydası bulunmamaktadır. TL likiditesi için ise alınan iki önlemin (üç ay vadeli repo ve zorunlu karşılık oranı indirimi) geri çekilmesinin ise hem likidite miktarı hem de vadesi anlamında önemli etkileri olacaktır. Örneğin; zorunlu karşılık oranının 1 puan artırılması bankalar açısından kredilere yönlendirilebilecek fonların miktarını (en az 3 mlr TL) azaltacak, repo vadesinin kısaltılması ise pasif maliyetini artırırken, öngörülebilirliğini azaltacaktır. Son durum itibarı ile, TCMB bankalara repo yolu ile 21 mlr TL’nin biraz üzerinde bir fonlama sağlamakta, bunun 14 mlr TL gibi önemli bir kısmı ise 3 ay vadeli olarak verilmektedir. Gelecek hafta repolara yönelik bu yönde bir karar alınırsa Temmuz ayında uzun vadeli repolar sıfırlanmış olacaktır. Buna karşılık, TCMB’nin sağladığı fonlamanın gelecekteki seyri, bankacılık sistemi likidite açığına bağlı olmaya devam edecektir. Zorunlu karşılık oranı artırılırsa fonlama ihtiyacı yükselecek, Hazine’nin iç borç yenileme oranının düşmesi ve TCMB’nin döviz alımlarının devam etmesi gibi faktörler ise bu ihtiyacı düşürecektir. Bankalar, TCMB dışında repo yoluyla yaklaşık 17 mlr TL’yi yatırım fonlarından ve 2.0 mlr TL’yi ise müşterilerden sağlamaktadır. Şubat sonu itibarı ile, TCMB dahil toplam yaklaşık 40 mlr TL’nin biraz üzerinde seyreden bu kısa vadeli fonlama, bankaların bono-tahvil portföylerinin % 18’lik kısmının bu yolla fonlandığını ve toplam pasifin % 7’sini temsil ettiğini göstermektedir. Rakamlar yüksek gibi görünse de, aslında Aralık 2009’da duruma göre repo bağımlılığında belirli bir azalmaya da işaret etmektedir. Repo deyince son olarak teknik faiz indirimine değinmesek olmazdı. Merkez Bankası yıla girerken, ilk yarıda böyle bir operasyona gerek duyulmayacağını belirtiyordu ama yapılması durumunda nelerin değişeceğini inceleyelim: Birincisi, adında indirim kelimesi geçse de bu operasyonun para politikası duruşu açısından bir anlamı olmadığı vurgulanmalıdır. İkincisi, para politikası gösterge faizinin MB’nin gecelik borç alma faizi olmaktan çıkıp 1 haftalık repo fonlama faizine dönüşeceğine dikkat edilmelidir. Dolayısı ile, eğer para politikası sıkılaştırılmak istenmiyorsa bir gün önce geçerli olan gecelik borç alma faizi 1 hafta vadeli repo miktar ihalelerinde ilan edilecek faiz ile aynı olacaktır. Üçüncüsü ve belki de en önemlisi, piyasada TL’nin homojen olmayan dağılımına getirebileceği değişiklik olacaktır. Zira, TCMB yaklaşık 20 mlr TL repo ile bir taraftan sistemi fonlarken, bankalararası para piyasasından (BPP) 11 mlr TL’sini geri çekmektedir. Teknik faiz indirimi ile, Banka’nın BBP’deki yeni kotasyonları 1 haftalık repo faizinin yani gösterge faizin en az 1 puan altında olacak ve bu durum TCMB'ye borç vermeyi caydırıcı etkide bulunacaktır. Bu durumda, bankaların birbirleriyle TL alışverişlerinin artması ve BBP’nin daha sağlıklı bir derinlik kazanması beklenebilir. Buna karşılık, TCMB’nin aradan çekilmesinin gecelik faizdeki dalgalanmayı artırabilecek olması da unutulmamalıdır.
Sonuç olarak, Nisan ayı, para politikası duruşu ve çıkış stratejileri açısından önemli gelişmelere sahne olacak gibi durmaktadır. Merkez Bankası’nın genel fiyatlama davranışlarında başlayan bozulmaya ve enflasyon beklentilerinde devam eden yükselişe kayıtsız kalmayacağını ve daha temkinli bir noktaya geleceğini düşünüyorum. Ancak bu kendini, ani bir faiz artışı olarak değil, likidite desteklerinin kademeli olarak kalkmasını takip edecek ve 3-6 ay arasında gerçekleşmesi muhtemel bir parasal sıkılaştırma, olarak gösterecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder