2 Temmuz 2010 Cuma

Madem bu kadar güçlü büyüme, Merkez Bankası niye faizi sabit tutuyor?...

Biraz çelişkili gibi görünecek ama bu yazıda bir yandan ilk çeyrekte çift haneli büyüme kaydeden ve bu doğrultuda 2010 yılında OECD’nin en yüksek büyüme hızına ulaşma potansiyeli olan bir ülkeden bahsedeceğim, bir yandan da yurtiçi ekonomik aktivite üzerinde artan aşağı yönlü riskler nedeniyle Merkez Bankası’nı mevcut para politikası duruşunu değiştirmeye doğru iten ekonomik görünüme değineceğim. Bu aslında, makro verilerin bir hayli geriden gelmesine karşılık para politikasının ileriye dönük bir bakış açısıyla ve gecikmeli etkileri de dikkate alarak oluşturulmasından kaynaklanan tipik bir durum. Buna literatürde “zaman tutarsızlığı problemi” diye şık da bir isim veriliyor. Piyasalar ise geride bırakılan dönemin yüksek büyüme gerçekleşmesine sevinme ile gelecek dönemin yavaşlama sinyallerine üzülme arasında bir ikilemde kalıyor gibi görünüyor. Böyle diyorum, ama aslında bu görüntüden ibaret. Gerçekte, elbette rasyonel de olan düşünce, gelecek dönemde büyümeden alınan yavaşlama sinyallerinin bu yılın çoktan satın alınması gereken yüksek büyüme senaryosundan çok daha önemli olduğu. Bu bağlamda, rekora yakın bir büyümenin kaydedildiği ilk çeyrekte takvim ve mevsim etkilerinden arındırılmış GSYH’nın önceki çeyreğe göre % 0.1 gibi çok sınırlı bir artış göstermesini önemsiyorum. Ayrıca, son iki ayın öncü verilerinin toparlanma hızında yavaşlamanın belirginleştiğine işaret ettiğini düşünüyorum. Bu görünüm, ekonomide kaynak kullanım oranının düşük kalmaya devam etmesi ve yurtiçi hasılanın kriz öncesi seviyelere ulaşmasının vakit alması gibi özellikleriyle hızlı bir toparlanmadan çok ılımlı bir toparlanmaya uygun nitelikler göstermeye devam etmektedir. Bu tespitlerime ve ilk çeyrekte büyümenin beklentilerime paralel gelmesine rağmen 2010 yılı büyüme tahminimi % 6’dan % 7’ye çekmekte de tereddüt etmedim. Bunun arkasında yatan teknik nedeni, aşağıda açıklıyorum. Ayrıca, artık dikkatlerin 2010 yılı büyümesinden 2011 ve sonrasındaki yıllara yönelmesinin zamanı geldiğini ve yılın ikinci yarısında gözlenecek momentum kaybına bağlı olarak daha sınırlı büyümelerin fiyatlanmasının gerektiğini düşünüyorum.

Hatırlanacağı gibi, eski yazılarımda büyüme tahminime yönelik ana riskin, sanayi üretimindeki artışların GSYH’ya ne ölçüde yansıtılacağı olduğunu belirtmiş, TÜİK’in bu farklılığı, üretim verileri ile bu veriler kullanılarak dolaylı olarak hesaplanan katma değer arasındaki farka bağladığını aktarmıştım. Geçmişte sınırlı farklarla genelde de daha düşük olarak yansıma gözlenirken, 2009 yılında bu farklar katma değer lehine belirginleşmişti. Bu farkın azalsa da ilk çeyrekte de devam ettiğini gözlemekteyim. Yansımanın takip eden çeyreklerde de bu şekilde devam etmesi revize tahminim üzerindeki en önemli yukarı yönlü risk olmaya devam etmektedir. Zira, örneğin sanayi üretimi Haziran’dan itibaren mevsimsel düzeltilmiş olarak sabit kalsa (aylık bazda artış göstermese) bile büyüme hızı ancak son çeyrekte % 5’in altına gerileyebilir ki, bu durumda dahi 2010 yılı büyüme hızı % 8’e yakın gerçekleşmektedir. Diğer yandan, Avrupa’daki borç krizi ve bunun yarattığı güven kaybının yurtiçinde büyümeyi yeniden yavaşlatması ihtimali tahminim üzerindeki en önemli aşağı yönlü risk olarak görünmektedir. Bu doğrultuda, % 7.0’lik beklentim üzerindeki risklerin genel olarak dengeli olduğu söylenebilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder