Avrupa ekonomilerine ilişkin risklerin daha fazla vurgulanması ve bu bölgede beklenen yavaşlama ile beraber Haziran ayında ihracat artış hızımızın % 13’e gerilemesi, projektörleri yeniden TL’nin değerlenmesi ve esas olarak dalgalı kura geçtiğimiz 2001’den beri tartışması hiç bitmeyen kur rejimi üzerine yöneltti. Son dönemde basının bir kısmında ve hükümetin içinde bu probleme bir çare bulunması yolundaki çağrıların giderek daha yüksek sesle dillendirildiğini görüyoruz ki, bu ise Merkez Bankası üzerindeki baskıların artmakta olduğu anlamına gelmektedir. Neyse ki, Banka bu tür yoğun saldırılara karşı şerbetli. Ayrıca, en azından faizlerin geldiği düşük seviye ve uluslararası karşılaştırmalarda bile dünyadan kopuk seviyelerin olmaması, yüksek faizle kuru düşük tutuyorsunuz söylemiyle saldırıları mesnetsiz kılıyor. Çok sıkışırsa da, başka bir adresi işaret edebilir. Zira, TCMB kanunu “Hükümetle birlikte Türk Lirasının iç ve dış değerini korumak için gerekli tedbirleri almak ve yabancı paralar ile altın karşısındaki muadeletini (değerini) tespit etmeye yönelik kur rejimini belirlemek” der ki bu da operasyonel bağımsızlığına rağmen tek başına bir değişikliğe gidemeyeceği anlamındadır. Ayrıca, sermaye hareketlerinin serbest olduğu bir ekonomide, faizleri kontrol etme görevi verilen bir Merkez Bankası’nın kurları da kontrol etmesinin mümkün olmadığı (imkansız üçlü) da söylenebilir ki, Pandora’nın kutusu açıldığında sermaye hareketlerini kısıtlamanın ve enflasyon hedeflemesi rejiminin de tartışmanın içine çekilmesi gerekecektir.
Aslında akıllardan geçenin ne olduğu da belli. Kimsenin Çin’in bile artık uygulayamadığı sabit kur politikasına geçmeyi önerdiği yok, arzulanan TL’nin belirgin olarak değerlenmesini engelleyecek “yönetilebilir” bir kur politikası dizayn etmek. Dolayısı ile, tartışma doğru olmayan argümanlarla ve yanlış adreslerle sürse de, üzerinde düşünülmeye fazlasıyla değer bir konu olduğu görüşündeyim. Yönetilebilir kur politikası uygulama teşebbüslerinin, hiç de kolay ve başarılı olmadığını, 1990’ların ikinci yarısındaki “enflasyon kadar devalüasyon” politikası uygulamasını hatırlayanlar gayet iyi bilir. 1995’de 100 olan reel kur endeksi 1999 sonuna gelindiğinde 127 seviyesi ile belirgin bir değerlenmeye işaret ediyordu.
Merkez Bankası’nın bu konudaki tartışmalara başlangıç noktası olacak önemli bir çalışmayı da (*) geride bıraktığımız hafta kamuoyunun dikkatine sunduğunu izledik. Değişen uluslararası ticaret yapısı nedeniyle reel efektif döviz kuru endekslerinin Türkiye’nin ticaret yaptığı mal ve ülke yelpazesini yansıtacak şekilde güncellenmesini amaçlayan bu çalışmanın ulaştığı sonuçların ayrıntılarına girmeyeceğim ama eski endekse göre çok daha düşük olsa da TL’de değerlenme eğilimine (2003 ile 2010 arasındaki 7 yılda yaklaşık % 27, yıllık değerlenme ortalama % 3.5) işaret ettiğini belirtelim. Ancak, değerlenmenin özellikle bu yıl, nominal kur hareketinden çok dünya genelinde çok düşük seyreden enflasyona karşılık bizde TÜFE’de gözlenen sıçramadan kaynaklandığını da vurgulamalıyım. Bu yılın ilk yarısında eşit ağırlıklı kur sepetinde düşüş % 4.6 olmuş, buna karşılık aynı dönemde reel kur endeksindeki değerlenme % 9’u aşmıştı. Bu bağlamda, son aylarda belirginleşen enflasyondaki düşüş eğiliminin devam etmesi ve kur sepetinde gözlenen yükselişin sürmesi durumunda söz konusu endeksler de değerlenmenin azaldığını yansıtacaktır. TCMB, bu çalışmasında klasik fiyat bazlı reel kur endekslerinin yanısıra birim işgücü bazlı reel efektif döviz kuru endeksi de türetmiş, ayrıca TÜFE bazlı reel efektif döviz kuru endeksini, ülke ağırlıkları hesaplamalarına dahil edilen gelişmiş ve gelişmekte olan ülke grupları için ayrı ayrı hesaplamıştır. Birim işgücü bazlı reel kur rekabet gücü karşılaştırmalarında, ülke grupları bazlı reel kur ise ihracattaki rakip ülkelere göre durumu daha net olarak ortaya koymada yardımcı olacaktır.
(*) Uygulanan yönteme ilişkin detaylar için bakınız: Saygılı, H., Saygılı, M. ve Yılmaz, G. Türkiye için Yeni Reel Efektif Döviz Kuru Endeksleri. TCMB Çalışma Tebliği No: 10/12. http://www.tcmb.gov.tr/research/discus/2010/WP1012.pdf
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder