Bir Profesyonel İktisatçı'nın Ekonomiler ve Piyasalara Glokal Bakışı
28 Haziran 2013 Cuma
Haziran Ayı Ekonomi ve Piyasalar Görünümü
n Mayıs
ortasından başlayan bir aylık süreçte 2 yıl vadeli gösterge tahvilin bileşik
faizi ile 10 yıl vadeli tahvilin bileşik faizi Türkiye’nin kredi notunun
Moody’s tarafından yatırım yapılabilir seviyeye yükseltilmesinin ardından
gördükleri tarihi dip seviyelerinden (sırasıyla %4,61 ve %5,97) yaklaşık
olarak 300 baz puanlık yükseliş yaşadılar. Aynı dönemde TL %8 değer
kaybederken Türkiye’nin 5 yıl vadeli CDS primleri ise neredeyse iki katına
ulaşarak 230 baz puana yükseldi. Benzer bir görünüm çizen BIST-100 endeksi
ise tarihi zirve seviyesinden %24 oranında geri çekildi. Not artırımının
ardından kâr satışı gelmesi beklenemeyen bir durum olmasa da satışlarının
boyutunun Fed’in varlık alımlarına ilişkin belirsizliklerle beklentilerimizin
ötesine geçtiğini söyleyebiliriz.
n Öte
yandan Gezi Parkı olayları sonrası politik risklerin yenden fiyatlanmaya
başlaması ile TL varlıkların performansı da gelişmekte olan ülke piyasalarının
performansından belli bir oranda geri kaldı. Bu geri çekilmeyi BIST’in not
artırımı öncesi sergilediği güçlü performans sonrasında bir düzeltme olarak
görenler de yok değil. Sebebi her ne olursa olsun piyasalar bir darbe aldı.
Ancak Fed’in son toplantısının ardından ortaya koyulan tahvil alımlarının
yılsonunda azaltılmaya başlanacağı ve 2014 yılı ortalarında bitirileceği
şeklindeki ekonomik aktiviteye ve istihdamdaki iyileşmeye de bağlı olan baz
senaryosunun gerçekleşip gerçekleşmeyeceği henüz net değil. Bu nedenle Fed’e
ilişkin endişeleri aşırı bulurken 10 yıl vadeli ABD tahvil faizlerindeki 100
baz puanlık artışın da abartılı olduğuna inanıyoruz. Başka bir açıdan
bakıldığında ise tahvil alımlarının azaltılmasına ilişkin endişelerin
fiyatlara erkenden yansıtılmaya başlaması da piyasa oyuncularının bu fikre
daha kolay alışmasına yardımcı olabilir. Öte yandan tahvil alımlarının
azaltılması olası bir senaryo gibi dursa da parasal sıkılaştırmanın (faiz
artırımı) 2015 yılından önce gerçekleşmesi çok olası görünmüyor.
n Türkiye
ve gelişmekte olan ülkelerden yaşanan büyük boyutlu sermaye çıkışlarının
zamanlaması da küresel fon akışlarının “Mayıs’ta sat ve tatile çık” olarak da
belirtilebilecek mevsimselliği ile de uyumlu. Ancak satışlar erken çıkış
endişelerini tetikleyen Haziran ayı Fed toplantısı sonrasında artış gösterdi.
Ancak mevcut şartlar altında kesin bir sonuca varmak için erken olduğunu ve
daha fazla veri görmemiz gerektiğini düşünüyoruz.
n Türkiye’nin
GSYH büyümesi yılın ilk çeyreğinde yıllık bazda %3 artışla beklentileri
geride bırakırken, sanayi üretimi ile kapasite kullanımı ve reel kesim güven
endeksi gibi diğer öncü göstergeler de ekonomik aktivitenin yılın ikinci
çeyreğinde güç kazandığına işaret ediyor. Bütün bu veriler 2013 yılı için
beklediğimiz %4’lik GSYH büyümesine ulaşılma ihtimalini artırsa da küresel
piyasalarda yaşanan dalgalanma, yurtiçinde politik riskin yeniden
fiyatlanması ve yoğun seçim takvimi, tüketici güveni üzerinde baskı oluşmasına
ve daha sıkı parasal koşullara yol açarak büyüme tahminimiz üzerinde aşağı
yönlü riskler oluşmasına neden oluyor.
n TL
varlıkların performansının kısa vadede global risk iştahı (ABD tahvil
faizlerindeki dalgalanma) ile doğru orantılı olduğunu düşünüyoruz. Son
dönemdeki hızlı geri çekilmelerin ardından yurtiçi piyasaların zaman zaman
gerçekleştireceği yukarı yönlü hareketlere karşın belli bir bant aralığında
kalmasını bekliyoruz. Teknik olarak bakıldığında BIST-100 endeksinin 73 bin
seviyesinin üzerinde tutunmayı başarması durumunda kısa vadede 70 bin -78 bin
bandında işlem göreceğini tahmin ediyoruz. Tahvil faizleri açısından
bakıldığında ise ikincil piyasada faizlerin yılı mevcut seviyelerin üzerinde
kapatma olasılığını çok yüksek bulmuyoruz. Döviz piyasasında sermaye
çıkışının olduğu bir dönemde TL’nin baskı altında kalacağı son derece açık.
TL’ye özgü bir değer kaybı yok ise TCMB şu anda yaptığı gibi sadece
gelişmekte olan ülke para birimlerine kıyasla ortaya çıkabilecek zayıf
performansı ortadan kaldırmaya çalışabilir. Bu gibi durumlarda belli bir
seviyeyi savunmaktan ziyade TL üzerinde oluşabilecek baskıyı döviz satış
ihaleleri ile ortadan kaldırmaya çalışmak daha rasyonel bir yaklaşım
olacaktır. TL’deki değer kaybının enflasyon üzerinde yarattığı etkileri de
göz önünde bulundurarak TCMB’nin döviz sepetini 2013 yılı içinde 2,05-2,20
aralığında tutmaya çalışacağını ve ana senaryomuzda olmasa da, gerekirse bu
amaçla faiz koridorunda artırıma bile gidebileceğini düşünüyoruz.
|
21 Mayıs 2013 Salı
Süperlig’de İlk Sezon…
Küresel toparlanmanın gücüne ilişkin
endişeler ve Japonya Merkez Bankası’nın benzeri görülmemiş boyutlardaki parasal
genişleme kararının yansımaları dalga dalga görülmeye devam ediyor. Büyüme beklentilerinin aşağı yönlü revizyonu ve
merkez bankalarının parasal genişlemede bir tur daha gerçekleştirmeleri görülen
ilk somut sonuçlar olarak tarihe geçti. Ancak, son günlerde büyümeye yönelik
olumsuz algılamanın en azından ABD cephesinde azalmaya başladığı, son bir ay
içinde veri akışının başta istihdam olmak üzere beklentilerden daha güçlü bir
görünüme işaret etmesi sonucu da 10 yıl vadeli tahvil faizlerini yine alışılan
aralığının üst sınırına doğru ittirdiği izleniyor. Ayrıca, son FOMC
toplantısında karar metnine eklenen cümle (Komite istihdam ve enflasyondaki
görünüm değişikliklerine göre varlık alımlarının hızını artırma veya azaltmaya
hazırdır) FED’e her iki yönlü esneklik kazandırırken, daha dengeli bir duruşa
geçmesi anlamına da geliyor. Dolayısı ile, UST10Y’de 1.60-2.10 faiz bandının
korunup korunmadığı risk iştahının gücünü devam ettirmesi açısından belirleyici
olacaktır.
Daha önce, yukarıda değindiğimiz algılamanın
riskten kaçışa yol açmadığı müddetçe, Türkiye ekonomisi ve piyasaları açısından
da son derece destekleyici bir arka plan oluşumuna işaret ettiğini
vurgulamıştık. Nitekim faizler ve borsanın geçtiğimiz ay içinde tarihi
rekorlarını yenilemesi bu düşüncenin piyasa oyuncuları tarafından da
paylaşıldığını teyit etmiştir. Beklediğimiz gibi, bu fırsatı ve mükemmel
zamanlamayı rating kuruluşları da kaçırmamış, Türkiye “yatırım yapılabilir”
notunu ikinci kuruluştan da almıştır. Ancak Nisan ayında Türk varlıklarına
yönelik olarak çok yoğun gerçekleşen sermaye akımının son bir kaç haftadır
iyice hız kestiği de dikkatimizden kaçmamaktadır. Bu durum, piyasalara daha
sınırlı etkide bulunacak mevcut değerlemelerin yeni girişler için cazibesini
yitirmesinden kaynaklanabileceği gibi, daha belirgin etkisi olabilecek sermaye
akımlarında genellikle Mayıs aylarında kendini çıkış olarak gösteren mevsimsel
etkiden de kaynaklanıyor olabilir. Bunun sağlıklı tespiti için erken olduğunu
bir süre daha gözlem yapılması gerektiğini düşünüyoruz. TCMB’nin son dönemde
aldığı kararların tamamen sermaye hareketlerinin krediler ve cari açık gibi
yurtiçi ekonomik göstergelerle olan yakın ilişkisini zayıflatmaya odaklandığı
dikkate alındığında, bu tespitin önümüzdeki dönem para politikası kararları
için de belirleyici olacağı söylenebilir.
Güncel gelişmelere baktığımızda ise, en
önemli öncü gösterge olan PMI endekslerinin, Şubat ayında başlayan düşüşünü
Nisan ayında da dünya genelinde sürdürdüğünü gözlüyoruz ki, bu durum küresel
toparlanmada ciddi güç kaybına işaret ediyor. Türkiye’de ise yılın ilk
çeyreğinde sanayi üretiminin yıllık artışı %1.3 olarak gerçekleşirken, önceki
çeyrekte kaydedilen %0.9 artıştan biraz daha olumlu bir görünüm çizmekle
beraber, %2.5 olan 1.çeyrek GSYH büyüme tahminimiz üzerinde bir miktar aşağı
yönlü risk oluşturduğunu not ettik. Ancak bu gelişmelerin 2013 yılı büyümesine
yönelik algılamayı sınırlı boyutta olumsuz etkilediği, anketlerde beklenti
ortalamasının %4.2’den sadece %4.1’e gerilemesinden anlaşılıyor. Öte yandan,
büyümenin ilk çeyrekte de potansiyelinin altında kalması, başta petrol fiyatı
olmak üzere emtia fiyatlarında aşağı yönlü seyrin korunması ve ilk çeyrekte
cari açığın olumlu sürpriz yapması, 2013 yılında öngörülen cari dengedeki
bozulma eğiliminin sınırlı kalacağı algılamasını güçlendirecek gibi görünüyor.
Ayrıca, yılsonu enflasyon beklentilerinin %6.5 civarına gerilediği gelecek 12
ay ve 24 aylık enflasyon beklentilerinin de %6’ya daha yakın seyrettiği
gözleniyor. TL’deki değerlenme baskısı ve emtia fiyatlarının düşük seviyelerini
koruması dikkate alındığında enflasyon beklentilerinde bozulma olma ihtimalini
düşük görmeye devam ediyoruz.
Piyasalara gelince; daha önce Moody’s not
artırımı beklentilerinin realize olması durumunda bile endeksin yatay bir
seyre geçmesine daha fazla ihtimal veriyoruz demiştik, bu düşüncemizi
koruyoruz. Bu görüşümüzün, son dönemde yayınlanan bir TCMB çalışmasının (Second
Investment Grade) sonuçlarınca da desteklendiğini görüyoruz. Diğer ülke
deneyimlerinden hareketle, bono ve hisse senedi piyasasına yönelik sermaye
hareketlerinin ikinci not artırımı sonrası zayıfladığı ve borsalardaki göreceli
daha iyi performansın kademeli olarak azaldığı belirtiliyor bahsedilen çalışmanın
sonuçlarında. Faizlerde ise tarihi düşük seviyelerin görünmesinin ardından
yılsonuna kadar izlenecek patikanın yukarı eğimli olacağını ancak artışın
kademeli ve sınırlı boyutta olacağını düşünmeye devam ediyoruz. Dövizde ise,
aynı çalışma yerel paranın benzer ülkelere göre belirgin daha iyi performans
göstereceğini ve göreceli değerlenme eğiliminin devam edeceğini söylüyor.
Ancak, TCMB’nin sermaye girişlerinin baskısına karşı her türlü tedbiri alma
niyetini koruması nedeniyle, 2013 yılı içinde kur sepetinin 2.05’in altına
inmemesi ve yıl içinde de 2.05 - 2.15 aralığında kalması beklentimizi korumaya
devam ediyoruz.
19 Nisan 2013 Cuma
Global Trendlere Oynamak...
Yeni yılın ilk çeyreğinin bitimiyle beraber
ilk aylarda piyasalarda gözlenen yönsüzlüğün yerini sert fiyatlamalara
bıraktığını izliyoruz. Küresel toparlanmanın gücüne ilişkin endişeler ve
Japonya Merkez Bankası’nın benzeri görülmemiş boyutlardaki parasal genişleme
kararı başta emtia fiyatları ve uzun vadeli tahvil faizlerinde sert düşüşler
olmak üzere kendini gösteriyor ve bu haliyle Türkiye ekonomisi ve piyasaları
açısından da son derece destekleyici bir arka plan oluşumuna işaret ediyor.
Küresel likidite bolluğunun hem de düşük maliyetle devamı ve bunun varlık
fiyatlarında bir balona yol açmaması herhalde Türkiye açısından rüya
senaryoların başında gelir. Ayrıca, şu haliyle borsalarda küresel bir satış
dalgası getirmediği müddetçe bundan bir riskten kaçış dönemi olarak
bahsedilemezken, sermaye hareketlerinin çıkış yönüne döneceği anlamına da
gelmeyecektir. Büyümeye yönelik bu olumsuz algılamada son bir ay içinde
özellikle ABD’de veri akışının başta istihdam olmak üzere beklentilerden zayıf
bir görünüme işaret etmesinin etkili olduğu biliniyor. Bu nedenle de Mart ayı
FOMC toplantısı notlarında görülen tahvil alımlarının bu yıl içinde
azaltılmasına yönelik net sinyaller bile piyasa tarafından fazla dikkate
alınmadı. Ayrıca, IMF’nin son WEO raporunda küresel büyüme ve gelişmiş ülkeler
büyüme tahminlerini sınırlı olsa da aşağı revize etmesi de bu algılamayı
güçlendirdi.
Türkiye ekonomisi açısından da, büyüme
algısının bir miktar zedelendiği bir dönem geçirdik diyebiliriz. Gerek 2012 yılı son
çeyreğinde beklentilerin altında kalan GDP’nin bu yıla düşük bir büyüme
momentum ile girildiğine işaret etmesi, gerekse ilk iki ayda sanayi üretiminin
geçen yıla göre sadece %1.9 artarken Mart ayına ilişkin öncü sinyallerin de
belirgin bir artışa işaret etmemesi etkili oldu. Merkez Bankası’nın reel
kurları gerekçe gösterse de politika faizinde indirime gitmesi, dış talep
açısından daha olumsuz bir tablo çizmesi ve kredilerdeki referans değerin
üzerindeki artışa bir süre daha seyirci kalacağının anlaşılması bizce
büyümedeki söz konusu algılamayı destekledi. Büyümenin ilk çeyrekte de
potansiyelinin altında kalması ve başta petrol fiyatı olmak üzere emtia
fiyatlarında gözlenen aşağı yönlü seyir ise, yurtiçi talepteki toparlanmayla
başlayan dış ticaret ve cari dengedeki bozulma eğiliminin de sınırlı kalmasına
yol açacak gibi görünüyor. TCMB’nin aldığı son kararlar da, tamamen sermaye
hareketlerinin krediler ve cari açık gibi yurtiçi ekonomik göstergelerle olan
yakın ilişkisini zayıflatmaya odaklandığını gösterirken, üzerindeki faiz
indirimi baskısını da küresel konjonktürün yardımıyla aştığını ve elinin şimdi
daha rahat olduğunu bize düşündürüyor. Bu genel görünümün kredi
notlarındaki artış beklentisini desteklediğini ve Fitch dışındaki kuruluşların
da “yatırım yapılabilir” kategoriye yükseltme fırsatı sağladığını düşünmeye
devam ediyoruz.
Güncel gelişmelere baktığımızda ise, en
önemli öncü gösterge olan PMI endekslerinin, Şubat ayındaki dönüşten sonra
Mart’ta geri çekilme eğilimini dünya genelinde sürdürdüğünü gözlüyoruz ki, bu
durum küresel toparlanmanın hız kestiğine işaret ediyor. Türkiye’de ise
büyümenin ilk çeyrekte geçen yılın son çeyreğine göre daha güçlü olacağı
kesinleşse de, potansiyel büyüme oranının altında kalmaya devam ediyoruz. Bu
gelişmelerin 2013 yılı büyümesine yönelik algılamayı bir miktar olumsuz
etkilediğini söylemiştik, ancak anketlerde beklenti ortalamasının %4.2
düzeyinde değişmeden kaldığı da dikkat çekiyor. Ayrıca, yılsonu enflasyon
beklentilerinin %6.6 civarına hafif yükselmesine karşılık gelecek 12 ay ve 24
aylık enflasyon beklentileri %6’ya daha yakın seyrediyor. Ancak TL’deki
değerlenme baskısı ve emtia fiyatlarında gözlenen düşüş dikkate alındığında
enflasyon beklentilerinde bozulma olma ihtimalini çok düşük görüyoruz. Sonuç
olarak, bütün bu gelişmeler tahminlerimizde de ufak revizyonlar getirdi,
raporun ilerleyen satırlarında bunları görebileceksiniz.
Piyasalara gelince; Moody’s not artırımı
beklentileriyle kısa vadede borsada önceki zirvelerin test edilme olasılığı
yüksek görünürken, beklentilerin realize olması durumunda bile endeksin daha
yatay bir seyre geçmesine daha fazla ihtimal veriyoruz. Faizlerde ise Japonya Merkez
Bankası’nın müdahalesi ve bu fırsatı kaçırmayan TCMB’nin hamleleriyle görünüm
tamamen değişti. Faizlerin yılsonuna kadar izleyeceği patikayı yine yukarı
eğimli görsek de önceki tahminlerimize göre bunun daha kademeli ve sınırlı
boyutta olacağını düşünüyoruz. Dövizde ise, TCMB’nin sermaye girişlerinin
baskısına karşı her türlü tedbiri alma niyetini bir kere daha ortaya koyması
nedeniyle, 2013 yılı içinde kur sepetinin 2.05’in altına inmemesi ve yıl içinde
de 2.05 - 2.15 aralığında kalması beklentimizi korumaya devam ediyoruz.
21 Şubat 2013 Perşembe
Ekonomilerde Sert Fren, Piyasalarda İrtifa Kaybı…
Şubat ayını bir süre sonra herhalde
piyasalarda biraz aşırıya kaçan çoşkunun dizginlendiği ve ayakların biraz olsun
yere bastığı bir ay olarak hatırlayacağız. Genellikle böyle olur zaten, takvim
yılı geçişleriyle herşeyin bir anda değişeceği ümidinin ve henüz algı
aşamasında olan yeni yıl beklentilerinin ortalıkta uçuştuğu rüya gibi
günlerden, bir anda ekonomide aslında trendlerin o kadar hızlı değişmediği
gerçeğine uyanılır. Bize göre bu o kadar da kötü bir şey değil, hatta sağlıklı
bir gelişme olarak bile görülebilir, zira olumlu piyasa trendlerinin daha
sağlam temeller üzerinde şekillenmesini getirecektir. Benzer bir görüntü dış
piyasalarda da var aslında, 2013 yılına genel bir toparlanma beklentisiyle
girildi ve bu hemen uzun vadeli tahvil faizlerine yükseliş olarak
yansıtılırken, borsalar da son beş yılın en yüksek seviyelerini test etmeye
başladı. Ancak dalgalanmalara bakılırsa bu hareketin çok kararlı bir trend gibi
görünmediğini söyleyebiliriz. Trendler açısından yakın vadede belirleyici en
önemli gelişmeler ise yine ABD kaynaklı olacağa benzemektedir. ABD’de yılbaşında
iki aylığına ertelenen harcama kesintilerine kalıcı bir çözüm bulma çabalarının
bu ay sonuna kadar gündemi işgal etmesi beklenirken, FED’in ucu açık varlık
alımlarına ilişkin FOMC içindeki farklı görüşlerin önümüzdeki dönem karar ve
değerlendirmelerine nasıl yansıyacağı yakından izlenmeye devam edilecektir.
Türkiye ekonomisi açısından ise, 2013 yılına
bakışımızı değiştirmeye gerek görmemekte, elde edilen kazanımların korunma yılında
politika uygulamalarında ince ayarlarla yola devam edilmesinin yeterli olmasını
beklemekteyiz. Buradaki en büyük risk ise, büyümenin 2012’de olduğu gibi
potansiyel büyüme oranının çok altında kalması durumudur ki böyle bir
gelişmenin TCMB tarafından dış dengedeki kazanımları korumak nedeniyle daha
fazla toleransla karşılanacağını ancak aynı anlayışın siyasi iradeden
beklenmemesi gerektiğini düşünmekteyiz. Zira, böyle bir durum, Banka’nın çok
araçlı çok amaçlı para politikası uygulamasında, gelişmelere göre farklı
hedeflere odaklanma esnekliğinin (bir başarıdan söz edilebiliyorsa bunun en
önemli kaynağı) belirli ölçülerde sınırlanması anlamına gelecektir. Daha önce
de belirttiğimiz gibi, para politikası iletişimini üç ara değişken (enflasyon
beklentileri, kredi büyümesi ve reel kur) üzerinden yapan TCMB, son dönemde
enflasyon beklentileri açısından orta vadeli enflasyon görünümünü tehdit eden
bir durum olmadığından, kredilerdeki hızlanma ve TL’deki değerlenme baskısı
gibi daha yakın tehditlere odaklanmıştı.
Kısa vadedeki gelişmelere baktığımzda ise, özetle,
son çeyrek büyüme verileri ABD dahil her yerde daralmaya işaret etse de, en fazla
önem verdiğimiz öncü göstergelerden PMI endekslerinin, küresel toparlanmanın güçleneceğine
işaret etmesi ileriye yönelik umutların korunmasını getirdiğini görüyoruz. Türkiye’de
ise büyümenin son çeyrekte beklenenin aksine zayıf kaldığını, Ocak ayı öncü
göstergelerinin de aktivitedeki hızlanma için çok ümit vermediğini izliyoruz. Bu
gelişmelerin 2013 yılı büyümesine yönelik algılamayı pek etkilediği söylenemez,
zira anket ortalamasının %4.2 düzeyinde değişmediğini gözlemliyoruz. Ayrıca, enflasyonun Ocak’ta
vergi ayarlamalarıyla %7 seviyesinin üzerine çıkmasına rağmen, döviz kurlarında
ve emtia fiyatlarında mevcut düşük volatilite görünümü korundukça enflasyon
beklentilerinin sınırlı boyutta olumsuz etkileneceğini düşünüyoruz.
Piyasalara gelince; geçen ayın raporunda borsa
endeksi için aşırı alım bölgesinde olduğumuzu belirtmiştik, gelen düzeltme
hareketi bu görüşü doğrulamış oldu. Bize göre satış baskısı bir süre daha devam
edecek ve borsayı daha yatay bir seyre geçmeye zorlayacaktır. Faizlerde ise uzun
vadelerde daha fazla hissedilmek kaydıyla yukarı yönlü eğilimin korunacağını
öngörüyoruz. Dövizde ise, TCMB’nin bilinen duruşu ve reel kurlar için çizdiği
çerçeve nedeniyle, 2013 yılı içinde kur sepetinin 2.05’in altına inmemesi ve yıl
içinde de 2.05 - 2.15 aralığında kalması beklentimizi koruyoruz.
15 Şubat 2013 Cuma
Üç İhtimalli Maç...
Bu
toplantıda alınabilecek kararlara ilişkin beklentimizi ilerleyen satırlarda
aktaracağız ama öncelikle şunun altını çizmek isteriz ki; TCMB’nin “veriye-bağlı
para politikası” vurgusu nedeniyle belirsizliğin önceki döneme göre arttığını
ve alınacak kararların sürpriz yaratma potansiyelinin yüksek olacağını
düşünüyoruz. Zira, yorum öznel veri ise nesneldir ve piyasa oyuncuları ile TCMB
arasında yorumlama farkı her zamankinden fazla olabilir.
Ne
demek istediğimizi daha iyi anlatmak için, önce Bankanın Ocak ayı PPK
toplantısında ve daha sonra yayınlanan Enflasyon Raporu’nda verdiği temel
mesajları hatırlatalım. “Orta vadeli tahminler
oluşturulurken para politikasının veriye bağlı olarak şekillendiği bir çerçeve
oluşturulmuştur. Bu doğrultuda, kredi büyümesinin ve döviz kurlarının
istikrarlı seyrettiği, toplam talep artışının ise enflasyon üzerinde baskı
oluşturmayacak düzeylerde tutulduğu varsayılmıştır. Dolayısıyla, fiyat istikrarı
ve finansal istikrara dair açıklanan verilere bağlı olarak; kısa vadeli
faizler, likidite araçları ve makro ihtiyati tedbirlerin esnek ve koordineli
bir biçimde belirlendiği bir görünüm esas alınmıştır. Diğer bir ifadeyle, yakın
dönemde sermaye akımlarında gözlenen hızlanmanın oluşturduğu risklerin
dengelendiği bir çerçeve çizilmiştir.”
Bu
temel mesajların ışığı altında, son dönem veri gerçekleşmelerine ve özellikle
TCMB’nin ara değişken olarak yakından izlediği reel kur ve kredilerdeki güncel
gelişmelere bakıldığında, bu doğrultuda Ocak toplantısında bir sinyal
verilmemiş olsa da, “faiz kordiorunda ölçülü bir indirimin” kurul gündeminde
olabileceği ve ZK artışlarına devam edilebileceği beklentilerinin oluşması
normal görünmektedir.
Ancak
aynı verilere, makro resimle birlikte bakıldığında ve Başkan’ın Enflasyon
Raporu sonrası yaptığı açıklamalar da dikkate alındığında, bekle-gör dönemine
geçilebileceği sonucuna varılması da şaşırtıcı değildir. Hatırlanacağı gibi,
Başkan Başçı, şu ana kadar ZK’larda gerçekleşen artışların kredi artışını
kontrol altına almada yeterli olabileceğini söylemiş ve %15’lik hedefin çok
katı bir hedef olmadığını vurgulamıştı. Diğer taraftan, her ne kadar reel kur
endeksi Ocak’ta 120 seviyesini hafif geçerek 25 baz puanlık indirimin
geçerliliğini teyid etmiş olsa da, halen TCMB’nin tolearans aralığı (yıllık
%1.5-2.0 değerlenme) içindedir. Şubat ayının kalan döneminde kur sepeti 2.0650
seviyesinin üzerine çıkmadığı durumda kendi enflasyon tahminimizle reel kur
endeksinin 120 seviyesinde kalmaya devam edeceğini hesaplamaktayız.
Sonuç
olarak, şu aşamada, beklenenden yüksek gerçekleşen enflasyonun veya beklenenden
düşük seyreden büyümenin para politikası duruşunda bir değişiklik getirmesini
beklemiyoruz. Bu nedenle, TCMB’nin önünde üç seçenek olduğunu düşünüyoruz;
i) Ocak PPK
toplantısına benzer hareket etmek, yani faiz koridorunu ölçülü indirirken,
TL/YP ZK’larda sınırlı artışlara gitmek. ii) Faizler ve ZK’larda hiç bir
değişikliğe gitmemek ancak gerekli görülürse ileriki dönemde bu doğrultuda
adımlar atılabilir mesajı vermek. iii) Sadece ZK’larda sembolik artışa
gitmek.
Biz
ikinci seçeneğe diğerlerine göre hafif daha fazla ihtimal vermekteyiz. Ancak,
üçüncü seçeneğin de finansal istikrar açısından ihtiyatlı duruşu güçlendirecek
bir adım olacağını kabul etmekteyiz.
6 Şubat 2013 Çarşamba
2013'ün ilk yazısı, blog tekrar aktif...
Uzun bir aradan sonra yayınladığım ilk yazıya ingilizce blogumdan ulaşabilirsiniz.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)