Şubat ayını bir süre sonra herhalde
piyasalarda biraz aşırıya kaçan çoşkunun dizginlendiği ve ayakların biraz olsun
yere bastığı bir ay olarak hatırlayacağız. Genellikle böyle olur zaten, takvim
yılı geçişleriyle herşeyin bir anda değişeceği ümidinin ve henüz algı
aşamasında olan yeni yıl beklentilerinin ortalıkta uçuştuğu rüya gibi
günlerden, bir anda ekonomide aslında trendlerin o kadar hızlı değişmediği
gerçeğine uyanılır. Bize göre bu o kadar da kötü bir şey değil, hatta sağlıklı
bir gelişme olarak bile görülebilir, zira olumlu piyasa trendlerinin daha
sağlam temeller üzerinde şekillenmesini getirecektir. Benzer bir görüntü dış
piyasalarda da var aslında, 2013 yılına genel bir toparlanma beklentisiyle
girildi ve bu hemen uzun vadeli tahvil faizlerine yükseliş olarak
yansıtılırken, borsalar da son beş yılın en yüksek seviyelerini test etmeye
başladı. Ancak dalgalanmalara bakılırsa bu hareketin çok kararlı bir trend gibi
görünmediğini söyleyebiliriz. Trendler açısından yakın vadede belirleyici en
önemli gelişmeler ise yine ABD kaynaklı olacağa benzemektedir. ABD’de yılbaşında
iki aylığına ertelenen harcama kesintilerine kalıcı bir çözüm bulma çabalarının
bu ay sonuna kadar gündemi işgal etmesi beklenirken, FED’in ucu açık varlık
alımlarına ilişkin FOMC içindeki farklı görüşlerin önümüzdeki dönem karar ve
değerlendirmelerine nasıl yansıyacağı yakından izlenmeye devam edilecektir.
Türkiye ekonomisi açısından ise, 2013 yılına
bakışımızı değiştirmeye gerek görmemekte, elde edilen kazanımların korunma yılında
politika uygulamalarında ince ayarlarla yola devam edilmesinin yeterli olmasını
beklemekteyiz. Buradaki en büyük risk ise, büyümenin 2012’de olduğu gibi
potansiyel büyüme oranının çok altında kalması durumudur ki böyle bir
gelişmenin TCMB tarafından dış dengedeki kazanımları korumak nedeniyle daha
fazla toleransla karşılanacağını ancak aynı anlayışın siyasi iradeden
beklenmemesi gerektiğini düşünmekteyiz. Zira, böyle bir durum, Banka’nın çok
araçlı çok amaçlı para politikası uygulamasında, gelişmelere göre farklı
hedeflere odaklanma esnekliğinin (bir başarıdan söz edilebiliyorsa bunun en
önemli kaynağı) belirli ölçülerde sınırlanması anlamına gelecektir. Daha önce
de belirttiğimiz gibi, para politikası iletişimini üç ara değişken (enflasyon
beklentileri, kredi büyümesi ve reel kur) üzerinden yapan TCMB, son dönemde
enflasyon beklentileri açısından orta vadeli enflasyon görünümünü tehdit eden
bir durum olmadığından, kredilerdeki hızlanma ve TL’deki değerlenme baskısı
gibi daha yakın tehditlere odaklanmıştı.
Kısa vadedeki gelişmelere baktığımzda ise, özetle,
son çeyrek büyüme verileri ABD dahil her yerde daralmaya işaret etse de, en fazla
önem verdiğimiz öncü göstergelerden PMI endekslerinin, küresel toparlanmanın güçleneceğine
işaret etmesi ileriye yönelik umutların korunmasını getirdiğini görüyoruz. Türkiye’de
ise büyümenin son çeyrekte beklenenin aksine zayıf kaldığını, Ocak ayı öncü
göstergelerinin de aktivitedeki hızlanma için çok ümit vermediğini izliyoruz. Bu
gelişmelerin 2013 yılı büyümesine yönelik algılamayı pek etkilediği söylenemez,
zira anket ortalamasının %4.2 düzeyinde değişmediğini gözlemliyoruz. Ayrıca, enflasyonun Ocak’ta
vergi ayarlamalarıyla %7 seviyesinin üzerine çıkmasına rağmen, döviz kurlarında
ve emtia fiyatlarında mevcut düşük volatilite görünümü korundukça enflasyon
beklentilerinin sınırlı boyutta olumsuz etkileneceğini düşünüyoruz.
Piyasalara gelince; geçen ayın raporunda borsa
endeksi için aşırı alım bölgesinde olduğumuzu belirtmiştik, gelen düzeltme
hareketi bu görüşü doğrulamış oldu. Bize göre satış baskısı bir süre daha devam
edecek ve borsayı daha yatay bir seyre geçmeye zorlayacaktır. Faizlerde ise uzun
vadelerde daha fazla hissedilmek kaydıyla yukarı yönlü eğilimin korunacağını
öngörüyoruz. Dövizde ise, TCMB’nin bilinen duruşu ve reel kurlar için çizdiği
çerçeve nedeniyle, 2013 yılı içinde kur sepetinin 2.05’in altına inmemesi ve yıl
içinde de 2.05 - 2.15 aralığında kalması beklentimizi koruyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder